Fatma Karahasanoğlu


GELECEĞİNİ BİLİYORDUM

Savaş meydanı iyice kızışmış, kan gövdeyi götürüyordu.


 

                              GELECEĞİNİ BİLİYORDUM

 

                          Savaş meydanı iyice kızışmış, kan gövdeyi götürüyordu. Havada mermiler uçuşuyor, bedenler parça parça yere düşüyordu. Siperden bir saniye bile baş kaldıramayacak kadar kurşunlar vızır vızırdı. Arkadaşının vurularak yere düştüğünü gören siperdeki asker,  komutanına dönerek; ?komutanım, izin verin arkadaşımı alayım.? Komutan, ?görmüyor musun? Başımızı bile çıkartamıyoruz. Hem sonra gitmene gerek de kalmadı. Arkadaşın ölmüştür.? Asker ısrarla komutanına gitmek istediğini söyledi. Komutan, ?tamam git, arkadaşını al gel. Fakat kurşunlara hedef olma.? Asker, aldığı cevapla, ok gibi yerinden fırladı. Arkadaşını sırtlandı. Birkaç dakika içerisinde arkadaşıyla birlikte sipere yuvarlanarak düştü. Nefes nefese kalmıştı. Komutan, yaralı askerin yanına gitti. Sonra onu yüklenerek sipere getiren askere döndü; ?asker, ölmüş. Gitmene değdi mi?? asker; ?değdi komutanım. Hem de öyle değdi ki. Yanına gittiğimde bana dedi ki, ?geleceğini biliyordum.´ Son sözleri bu oldu komutanım.?

                                     ***

            Çanakkale´de hikayeler bitmez. Babasını  hiç tanımayan isimsiz çocuklardan bir tanesinin hikayesi . 

?Anam (Adeviye) benim çocukluğumdan itibaren her sokağa çıkışta her bir yere gidişte yanıma gelir:

? Oğlum ben pazara gidiyorum. Baban gelirse, beni hemen çağır ha?

? Ben komşulara gidiyorum. Baban gelirse, beni hemen çağır ha?

? Ben mevlide gidiyorum. Baban gelirse, beni hemen çağır ha..

Annem babamı bekledi durdu. Büyüdüm dükkan açtım. Annem gene her bir yere gidişte dükkana gelir, gideceği yeri söyler; ?Baban gelirse, beni hemen çağır ha!? diye eklerdi.

Aradan yıllar geçti. Anacığım ihtiyarladı. Gene hep değneğini kakarak yanıma gelir; ?Baban gelirse, beni hemen çağır ha!? diye tembihlerdi. Günü geldi ağırlaştı. Ölüm döşeğinde bizimle helalleşti:

?Bana iyi baktınız. Hakkınızı helal edin.? Bana döndü yavaşça:

?Baban gelirse, ona annem hep seni bekledi de? dedi. Birden irkilerek doğruldu ve kapıya doğru gülümseyerek;

?Hoş geldin? Hoş geldin!? diyerek ruhunu teslim etti.?

                                             ***

              Sene 1915. Sonbaharın serin yağışlı günlerinden biri. Birinci dünya Harbi bütün cephelerde devam ediyor. Vatanın her tarafında barut ve kan kokusu. Yiğidlerin biri ölüyor, biri yetişiyor. İhtiyarı, genci savaşıyor, didiniyor, ve yurdumuza düşman çizmeleri basmasın diye, el açıp Allah´a dua ediyor. Cepheye durmadan takviye kuvvetleri gidiyor. İşte o kuvvetleri götüren tren, Bilecik İstasyonu´nda beklemekdedir. Askerlerin hepsi sakin. Belki bir daha dönmeyecekler, ama şehid olmak inancı, gönüllerine huzur veriyor.

Sevkiyat subaylarından biri, vagonların arasında, sessiz, hareketsiz bir gölge görür. Merakla şüpheyle yaklaşır. O anda şimşeğin aydınlığında şunlara şahid olur.

Ak saçlı, beli bükülmüş, soluk benizli, başı yaşmaklı, ihtiyar bir Türk anası çakılmış gibi orada duruyor, yağmurdan sırılsıklam olmasına rağmen huşû içinde beklemektedir. Anadolu´nun cefakâr, vefa timsali ve sabırlı anası ile, yaklaşan subay arasında şu konuşma geçer:

-Valide! Yağmurun altında niye bekliyorsun?

-Trende oğlum var, onu selâmetlemeye geldim.

-Oğlun kimdir, nerelidir??

-Sögüt´ün Akgünlü köyünden, Mehmed oğlu Hüseyin.

-Onu görmek ister misin, çağırayım mı?

-Sana dua ederim, ona söyleyecek tek bir sözüm var.

Hüseyin kısa zamanda bulunur, elini öpen oğlunu bağırına basan ana son olarak:

-Hüseynim oğlum benim, yiğidim!.. Dayın Şıpkal´da, baban Dömeke´de, ağaların Çanakkale´de şehid düştü. Bak, son yongam sensin. Eğer minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri sönecekse sütüm sana haram olsun. Öl de köye dönme, yolun Şıpka´ya uğrarsa eğer, dayının ruhuna bir fatiha okumayı unutma. Haydi oğul! Allah yolunu açık etsin! demiştir.

         Hüseyin son defa anacığının elini öpmüştü. Yaşlı gözlerle, oğluna bakan Türk anası, son evlâdını da dualarla bu şekilde cepheye uğurlamıştır.