DUYGU KARAHASANOĞLU


DÜN VE BUGÜN

iyip içmemize ne kadar dikkat ediyoruz. Tükettiğimiz gıdaların ne kadar sağlıklı olduğunu biliyoruz. Rafları süsleyen bisküvi ve çikolata çeşitlerinin ham maddesinin neler olduğunu hiç düşündük mü? Mutluluğun ilacı denilen çikolataların zehirden farksız o


                                        DÜN VE BUGÜN

 

                     Yiyip içmemize ne kadar dikkat ediyoruz. Tükettiğimiz gıdaların ne kadar sağlıklı olduğunu biliyoruz. Rafları süsleyen bisküvi ve çikolata çeşitlerinin ham maddesinin neler olduğunu hiç düşündük mü? Mutluluğun ilacı denilen çikolataların zehirden farksız olduğunu aklımızın ucundan bile geçirmedik.

                   Bazı yağların insan sağlığı için gıdaların içinde kullanıldığı gündeme geldi.  İnanın o ürünlerin neler olduğunu okudukça geriye hiçbir şeyin kalmadığını gördük. Eskiden böylemiydi? Herkes bağında bahçesinde yetiştirdiği ürünleri tüketir. Rafları süsleyen bisküvi ve çikolataları bilmezdi. Daha doğrusu satın almazdı.

                    Yokluk dönemi diyoruz ya, belki de sağlık açısından en güzel yıllar onlardı. Yıl 1910. Köyler oldukça kalabalık. Büyük baş hayvanların yaylaya gitme mevsimi yaklaşınca, herkeste bir telaş başlardı. Kimi hayvanını değişik boncuklarla süsler. Kimi de, bakır tencere ve kazanını kalaylatırdı. Yayla yolları çıngırak ve insan sesleriyle yankılanırdı.

Köyde kalanlar, tarla işlerinde çalışır, kışlık yiyeceği hazırlardı. Yaylaya gidenlerde kışlık; yağ ve peynir yapardı. Çocuklar kendilerine göre oyunlar kurar, geniş alanlarda oynardı. Yıldızlı geceler, onlar için önem taşırdı. Çünkü sabah kesilen ot kuruyacak, hayvanlar otlağa gidecekti.

Tüm köy halkı işinde gücünde çalışıp giderdi. Çarşıdan belli şeyler alınırdı. Gaz, tuz, şeker vb. arda kalan her şeyi kendileri ekip biçerdi. Buğday ve mısırları, su değirmeninde öğütüp, değirmenciye de kepiz  verilirdi.

Bunları yazarken, yaşlı bir amcanın anlattığı nükte aklıma geldi. Yaşadığı köyde mısır ekilip biçilmezdi. Başka köylerden aldığı mısırı değirmene öğütmeye gider. Değirmenci öğüttüğü mısırın kepezini alır. Her değirmene attığı mısır tanesinden sonra kepiz almaya devam eder. Mısırı getiren yaşlı adam, ?tamam mısırı hep aldın, bari çuvalımı ver.? Der.

                      Köyde kalanlar öğütülen buğday ve mısır unundan kendilerin yaktığı taş fırınlarda ekmek ve yufka pişirirdi.  Sadece ekmek ve yufka değil, karayemiş, armut, elma kurusu da bu fırınlarda kurutulurdu. Kışlığa hazırlık için daha çok şeyler yapılırdı. Yaylacılara ekmek ve yufka gönderilirken, yaylacılarda köydekilere peynir ve yağ gönderirdi. Akşamları kara kabak ziyafeti vazgeçilmezler arasındaydı. Sobanın fırınında patates ve kabaktan manat pişirilirdi. Sobanın etrafında toplananlar, çay  ziyafetini de eksik etmezdi. Televizyon, radyo, bilgisayar ve dokunmatik telefonların olmadığı o yıllarda muhabbet ve sohbet vardı. dertler anlatıldıkça azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır.

İşte o yıllarda hayat böyleydi. Birinin derdi herkesin derdiydi. Kimse kendisini yalnız hissetmezdi. 

                      Raf ürünlerinin ömrü uzadıkça, insan ömrünün kısaldığı bir gerçektir. Daha doğrusu sağlık yönünden. Bir zamanlar hayvansal tereyağlarının sağlıksız olduğu, damar tıkanıklığı yaptığı söylenir, margarin yağlarının insan sağlığını tehdit etmediği anlatılırdı. Zaman içerisinde hangi yağların insan sağlığını tehdit ettiğini gördük.

Bugün köy yaşantısı yerini kent yaşantısına, müstakil ev yaşantısı yerini kibrit kutusu gibi üst üste dizilen apartmanlara bıraktı.