Fatma Karahasanoğlu


APTAL KUŞ

Aptal bir kuş bir çayırlığa gitti. Orada bir avcı tuzak kurmuş, tuzağın içine de birkaç tane serperek bir kenarda yaprakların , otların arasına gizlenmiş bekliyordu.


                                            APTAL KUŞ

 

                Aptal bir kuş bir çayırlığa gitti. Orada bir avcı tuzak kurmuş, tuzağın içine de birkaç tane serperek bir kenarda yaprakların , otların arasına gizlenmiş bekliyordu.

   Kuçcağız gelerek onun etrafında dolaşmaya başladı, adamın böyle yapraklara sarınması tuhafına gitti.

 ?Sen kimsin? Neden böyle yeşiller giyinmişsin, böyle tenha bir yerde bekliyorsun, vahşi hayvanlardan korkmuyor musun?? diye sordu.

   Adam :

   ? ?Ben bir zahidim. Dünyadan elimi, eteğimi çektim, böyle tenha bir yerde; otlarla yapraklara belenerek kanaat edip gidiyorum.? dedi.

   Kuş adama bir çok soru sordu adam da ona cevaplar verdi. Nihayet kuşcağız o buğday tanelerini gördü.

   ? ?Bunlar kimindir?? dedi.

   Adam :

   ? ?Bunlar bana kimsesi olmayan bir yetimin emanetidir.? dedi.

   Kuş :

   ? ?Çok açım müsaade edersen bunlardan yiyip karnımı doyurayım, çünkü benim zaruretim var zaruri hallerde de leş yemek bile mübah olur.? dedi.

   Adam :

   ? ?Bu buğdayları bana, beni emin bildikleri için emanet ettiler, yetim malı helal olmaz.? dedi.

   Kuş çok açtı :

   ? ?Ey zahit kişi müsaade et de şu buğdaydan yiyeyim, karnımı doyurayım.? dedi.

   ? ?Zaruret hakkında kendine bir fetva uydurdun, eğer gerçekten öyle suçlu olursun, hatta zaruretin bile olsa çekinmen, haramdan sakınman daha iyidir.? dedi.

   Kuşun artık dayanmaya takati kalmamıştı, büyük bir iştahla buğdaylara hücum etti, onları yemeğe başladı. Başladı başlamasına lakin tuzağa da yakalandı. Kurtulmak için çırpınırken kendi kendine :

   ? ?Sahtekarların, yalancıların efsunlarına kananın hali böyle olur.? diyordu.

   Bunu duyan adam :

   ? ?Hayır öyle değil, haksız yere yetim malını yiyen, gözlerini hırs bürümüşlerin layığı budur.? dedi.

                                            ***

 

Hükümdarlardan biri vezirine, oğlunun hocasıyla ilgili yakınıyordu:

- Ben oğlum ilim öğrensin istiyorum... Benim yerime iyi bir hükümdar olsun... Ama o devamlı müzikle, sazla, sözle uğraşıyor... Zannımca hocası onu, vasfına yakışır şekilde yetişmesi yönünde destekleyemiyor.

Vezir:

- Hükümdarım, hocanın elinde mucize yok! Çocuğun neye yeteneği varsa hocası ancak onda ilerlemesine yardım edebilir. İnsanın doğası değiştirilemez. Terbiye yaratılışa bağlıdır.

Hükümdar düşüncesinin arkasındaydı... Doğuştan sahip olduğumuz yetilerin, terbiye ile değiştirilebileceğini savunuyordu... Bunu kanıtlamak için de; bir akşam sarayda eğlence tertip ettirdi. Eğlence arasında eğitimli kedilerin bir gösterisi vardı. Kediler, sırtlarına konan tabağı ve tabağın içindeki yanan mumları düşürmeden itinayla taşıyorlardı. Hükümdar vezire, kedileri göstererek:

- Görüyor musun? dedi. Terbiye ile neler başarılabiliyor...

Vezir karşılık vermedi, olumlu ya da olumsuz... Başka bir eğlence gecesini bekledi ve bu geceye gelirken de yanında birkaç tane fare getirdi gizlice. Kedilerin gösterisi başladığında, fareleri kedilere doğru salıverdi. Fareleri gören kediler, sırtlarındaki tabağı, mumu unutup farelerin peşine düştüler. Mumlar bir yana, tabaklar bir yana yuvarlandı... Yanan mumlardan, halılar tutuştu... Ortalık bir anda tarumar oldu... Bu sırada vezir ise padişaha sokulup; iddiasını destekler kanıtı gururla seyrederek şöyle dedi:

- Gördünüz mü padişahım, terbiye yaratılışa bağlıdır!