YOKSA SİZ

YOKSA SİZ

BUYURSUNLAR EFENDİM.

YOKSA SİZ

 

Buyursunlar efendim. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Biz de sizi bekliyorduk. Ne alırdınız efendim? Çay, kahve? Oğlum Esat, Müfettiş Bey´e çay getir oradan! Hacı Kalfa, sözlerin şaşkınlığını üzerinden atamadan bir koltuğa oturuverdi. Daha doğrusu oturtuluverdi. Müdür Bey, Hacı Kalfa koltuğa oturur oturmaz hazırladığı evrakları masanın üzerine yığdı. Hızlıca evrakların bir bir özetini geçti. Sonra bakışlarını Hacı Kalfa´ya çevirince şaşırtıcı bir yüz ifadesiyle karşılaştı. Her ne kadar bir yanlışlık olabileceği düşüncesi aklından geçmişse de cesaret edip bir şey soramadı.

 

Güneş, dağın eteklerinden Ardıç Dağı´nın doruğuna doğru yavaş yavaş yükselmekteydi. Bir önceki gün yağan yağmurun ıslaklığı, dağın kuytu köşelerine çekilmeye başlamıştı.Kaç gündür yağıyordu şu yağmur? Hatırladı. Sonra unuttu. Güneşe doğru gerindi. Üzerinde iğreti duran takım elbisesini düzeltti. Ayakkabılarını aradı. Bulamadı. Sonra ayakkabılarının ayağında olduğunu fark edince mutlu oldu. Yürümeye başladı. Güneş, Ardıç Dağı´nın doruğuna doğru yükselmeye devam ediyordu. Bir saati olsaydı, fena olmazdı. Şimdiye kadar da saate gereksinimi olmadığını hatırladı. Güneşli havalarda, güneşin Ardıç Dağı´nın doruğuna doğru yükselişine göre ayarlardı bütün işlerini. Açıkçası öyle uzun uzadıya da bir işi yoktu.

 

Bu aralar ne sandığı kadar mutlu ne sandığı kadar da mutsuzdu. İkisi arasında bir yerlerde zaman zaman kendini mutlu, zaman zaman da mutsuz hissediyordu. Ancak mutlu olduğunda da, mutsuz olduğunda da yüzünde nasıl bir ifadenin olduğunu çok belli etmezdi. Zaten etrafında yüzündeki ifadeyi belli edeceği kimseler yoktu. Bu kendi isteğiydi. Çünkü hayatının bir döneminde insanlardan uzak durdukça insanları daha çok sevdiğini fark etmişti. Bu uzaklık sayesinde insanların kötülüğü ile karşılaşmıyordu.

 

Bir türlü alışamamıştı şu takım elbiseye. Bunu içinden geçirdi. Boğazını sıkan kravatını düzeltti. Bu da neyin nesiydi? İdamlık ip gibi boynunda asılıydı. Öyle hissediyordu. Kim, ne zaman geçirmişti onu boynuna? Bunu bilmesi mümkün değildi. Annesini düşündü. Gözleri dolar gibi oldu. Babası? Düşünemedi. Şuraya bir uğramalı düşüncesi aklından geçmeden binanın açık olan kapısından içeri dalıverdi.

 

Oturduğu koltukta önüne gelen evraklara gelişigüzel göz gezdirdikten sonra etrafında olan biteni gözlemlemeye başladı. Bir hikâye nerede başlar, nerede biterdi? Her şeyin bir sonu olduğu gibi bu hikâyenin de bir sonu olmalıydı. Kendini uzun zamandır bu sona hazırladığını fark etti. İşte zamanı gelmişti. Öyle bir şey söylemeliydi ki bu savaştan galip ayrılmalıydı. Evet savaş. Yıllardır kendini bu savaşın içerisinde hissetmenin yorgunluğu yüzünde okunduğu sırada bir fırsatını bulup, Müdür Bey´e dönerek: ?Allah rızası için varsa bir lira versenize. Pazar´a gideceğim.? dedi.Müdür Bey, istemsiz bir şekilde cebini karıştırdı. Cebinden çıkardığı bir lirayı Hacı Kalfa´ya uzattı. Yıllardır sürdürdüğü müfettişlik görevini bırakan Hacı Kalfa, tartışmasız bu savaşın galibiydi. Buna hiç şüphe yoktu. Yenilenin yatağında yatmak, zaferin bir alışkanlığı olduğundan Hacı Kalfa, o gece kendi yatağında uyumuştu.

 

NEŞAT SAMAT