Tarih: 01.08.2024 11:53

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Facebook Twitter Linked-in

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

                                 Göl, her zamankinden daha karanlıktı.  Etrafını çevreleyen ağaçlar, ay gelmediği için kırgındı. Göl suyu her akşam ay olunca, sevinir yıkanması için yardım ederdi. Gelen geçenler için aynı zamanda serinlik demekti. Gölün içinde raks eden balıklar kendi dünyalarında oldukça mutluydu. Ne ay ışığı ne de, kırgın ağaçlar umurlarında değildi. Özgürce, gölün içinde dolanıp duruyorlardı. Karışanları olmadığı gibi hesap soranları da, yoktu. Avlanmaları yasak olduğundan sayıları her yıl hızla artıyordu. Vadesi dolan balık, kendiliğinden ölüyordu. 

                                Titra, gölün kıyısında sessizce, oturmuş babasının gelmesini bekliyordu. Titra artık büyümüştü. On beş yaşındaydı. Gri rengindeki büyük balık Titra’nın önünde durdu. Bir müddet sonra hızla suya daldı. Saçtığı sular, Titra’nın üzerine sıçradı. Balık konuşuyormuş gibi Titra’nın önünde durdu. Suyun içinde adeta gösteri yapıyordu. Titra balığı seyre dalmıştı. Çevresinde olan bitenden ilişkisini kesti. Balık hızla suya atlıyor, Titra’nın üzerine su sıçratıyordu. 

Titra balıkla karşılıklı oyuna daldı. Balık, zıpladıkça Titra gülüyordu. Titra’yla balığın oyunu sürüp giderken, Mahluka’da oğluna görünmeden izlemeye başladı. 

Titra, balıkla oynadıkça kahkahayla gülüyor, balığa elini uzatıyordu.  Mahluka uzun süre seyrettikten sonra; “Titra demek buradaydın. Her yerde seni aradım. Haber vermeden gölün kenarına gelmemeliydin.”

Titra çömeldiği yerden doğrularak; “baba artık büyüdüm. Tek başıma gölün kenarına gelebilirim. Verilen her görevi yapabiliyorum. Bunu sen de, biliyorsun baba.”

Titra, babasına doğru birkaç adım yürüdü. Mahluka, oğlunu şefkatla süzdü. Ne kadar büyüdüğüne inanamadı. Boyu boyundaydı. Oğluyla bir kez daha gurur duydu. 

               

                                                                   ***

 

                                  Titrasu şatosunda her şey eskisi gibiydi. Tek fark vardı o da, Su halanın şatoda kalmasıydı. Oğlu Doğahan’la geri dönmedi. Su, gençliğindeki odaya yerleşmişti. Eski günlerin hayaliyle yaşıyordu. Yaşının ilerlemiş olması onda hiç bir şey kaybettirmedi. Her sabah atla kırlarda dolaşıyor, bahçede yemeğini yiyordu. Üzüm hasad zamanı üzüm topluyor, festival hazırlıklarıyla yakından ilgileniyordu. 

Kral Mahluka, Su halasına bu konuda yetki vermişti. Yedi yıldan beri Mahluka festivalle ilgili hiçbir hazırlıkta bulunmuyor. Tüm kararları halasıyla Titra’ya bırakmıştı. 

Su, odasında ziyaretçi kabul ediyor, onlarla vakit geçiriyordu. Seyrekte olsa, gelenlere iade yi ziyarette bulunuyordu.  Oğlunu tamamen unutmuştu. En son bahçedeki konuşmadan sonra aradan geçen yedi yıl içinde bir daha oğlunu görmedi. Aramakta istemiyordu. Uzak kaldığı Titrasu şatosunun tadını çıkarmaya çalışıyordu.  Torunu gibi sevdiği Titra’da onu hiç yalnız bırakmıyordu. Her daim yanındaydı. Titra, şatoyla ilgili bir çok konuyu Su halaya danışıp sonra karar verirdi. 

 

                                                   ***

 

                                Su hala, pencerenin önünde bahçeye bakıyordu. Kapının açıldığını bile fark etmedi. Titra, ayaklarının üzerine basarak, halanın yanına kadar sokuldu. Kadın, hala fark etmemişti. Gözlerini bahçede oynayan çocuklara dikmişti. Oynadıkları her neyse heyecanlı ve ateşliydi. Su halanın da, dikkatini oldukça çekmişti. 

Titra, halanın boynuna sarıldı. Yaşlı kadın, gözlerini bahçeden alıp boynuna sarılana çevirdi. Karşısında Titra’yı görünce sevinç çığlığı atarak; “Titra, benim kuzum. Gelen sen miydin? Seni hiç duymadım. Gel öpeyim seni.”

Çocuğu kendisine çekip öptükten sonra;  “İşler yolunda mı? Bu sabah Mahluka’yı hiç görmedim. Nerdedir kuzum?”

Titra, halasının yüzüne bakarak, babasının nerede olduğunu söyledi. Su hala, derin nefes aldıktan sonra Mahluka’yı görmek istediğini, acil bir konuyu konuşmak için bir an önce yanına gelmesini söyledi. Şatoyla ilgili yıllardır taşıdığı sırrı Mahluka’nın öğrenme zamanın çoktan gelip geçtiğini bir kez daha kendi kendine düşündü. 

Yıllar önce istemeyerek de olsa terk edip gittiği Titrasu şatosunun sırrını kendisinden başka bilen yoktu. Çünkü bilenler, yıllar önce ölüp gitti. 

Hayatın acımasızlığını her daim yüreğinde hisseden Su, Titra’nın yüzüne dikkatle baktı. Çocuğa bilmesi gerekenleri söylemek istese de, önce Mahluka’yla konuşmasının daha doğru olacağını bir kez daha düşündü. 

Ne de olsa, Mahluka Titra’nın babasıydı. Mahluka’nın şatoyla ilgili sırrı bilmesi elbette en doğrusuyu. Zaten O’nun hakkıydı. 

Titra, halanın endişesini görmezden gelerek, göldeki balığı anlatmaya başladı. Balığın her hareketini gülerek anlatması, halanın da yüzünü güldürdü. Kahkahaları odayı doldurdu. 

 

                                                              ***

 

                             Mahluka, her geçen gün şatoyla ilgili planlarını hayata geçirmeye çalışıyordu. Yeni atlar satın alıp, mevcut ahırları daha da büyütüyordu. Üzüm bağlarını boş arazilere ektirip, şatonun üüzm gelirini artıyordu. Halkın geçimini rahatlatmak için daha çok çalışmak gerektiğini biliyordu. Şatoda, herkes gücü nispetinde çalışıyordu.

Kral Mahluka,  elde eidlen gelirin çoğunu halka dağıtıyordu. Halkın mutluluğu Mahluka’ya göre her şeyden önce gelirdi. Halkı mutluysa kral Mahluka’da mutluydu. Halkı, perişansa kral Mahluka’da perişan demekti. Onun için Titrasu şatosunun yıllık geliri diğer şatolara göre çok yüksekti. 

Halk, huzurlu ve mutluydu. Mahluka’ya çok güveniyorlardı. Mahuka’ya yürekten bağlıydılar. Yaşamlarını Mahluka’nın çizdiği şekilde sürdürüyorlardı. Hepsinin de kalacak yerleri, yiyecek dolu ambarları vardı. Kışın yakacakları, yazın yaylaya götürecek, oldukları malları vardı. 

 

                                                                    ***

 

                                 Mahluka, yeni yapılan ahırlardan birine girdi. Yaşlı bakıcı, Mahluka’yı görür görmez meşgul olduğu işi bırakıp ayağa kalktı. Mahluka, eliyle işaret edip devam etmesini istese de, yaşlı bakıcı çoktan çaktığı tahtayı bırakıp, çömeldiği yerden ayağa kalktı.

İşin nasıl gittiğini soran Mahluka cevap beklemeden atların bağlanacak olduğu yere gitti. Her tarafı gözden geçirdikten sonra; “şu taraf, biraz dar oldu. İstersen, oraya çakılan tahtayı bu tarafa kaydır. Bak, burası güzel oldu.  İlerde tay doğarsa, onları da dediğim gibi buraya bağlayabiliriz.” 

Yaşlı bakıcı, eliyle yüzünü bir kez sıvazlayarak; “söylediğiniz gibi yaparım. Ancak doğacak olan taylar için arka tarafı hazırlamıştık. Buraya sadece yeni alınan üç beyaz at konulacak. Öyle düşündük, efendim! Sizin için de sakıncası yoksa yeni alınan beyaz atlar burada kalacak yemliklerini de, kapının karşısında yaptık mı!  Atlar, buraya gelir.”

Mahluka, önce cevap vermedi. Ahırı tekrar inceledikten sonra; “olabilir. Taylar buraya gelmeyecekse, üç yeni at, burada rahatlıkla olur. Bir de, şu tarafa pencere açılsaydı. Daha iyi olurdu.”

Yaşlı bakıcı olur anlamında başını salladı. Mahluka, gereken talimatları verdikten sonra ahırdan çıktı.

 

DEVAMI HAFTAYA

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —