MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI

MUSTAFA KEMAL

MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI

MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI

 

                         Fazıl Hüsnü Dağlarca, Mustafa Kemal’in Kağnısı adlı şiiri, vatan sevgisinin ne denli önem taşıdığını anlatırken, kağnıyı taşıyan Elif’i şiir dostlarına tanıtır. 

 

Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla,
Her bir heceden heceden.

 

                      Elifçik, kağnıya isim vermişti. Mustafa Kemal’in kağnısı diyordu. Yükünü herkesten önce getirip, yerine teslim ederdi. Asker içinde nam  bile salmıştı. Mermi taşıyan kağnı, dağ tepe aşarken, rüzgar gibi esiyordu. 

 Mustafa Kemal'in kağnısı derdi, kağnısına


Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
Doğrulmuştu yola önceden önceden.

 

                        Elifçik, Kocabaş ve Sarıkızla kardeş gibiydi. Onlar yemeden Elifçik de yemezdi. Kocabaş yaşlı ve mahzundu bir o kadarda zayıftı. Elif öküzlerini yanından hiç ayırmazdı. Mustafa Kemal’in kağnısı onlarla birlikte taşırdı.   

             

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra,
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafifletir, inceden inceden.

 

                   Fazıl Hüsnü Dağlarca Anadolu kadını Elifçiği üzüm gözleri, kırmızı yanakları, kınalı ellerini anlatır. Güçlü bir o kadar da cesur olan Elifçik ne soğuya ne de karanlığa aldırırdı . tek düşüncesi; askere mermi taşımaktı. Toprak ananın cömertliği Elifçiğin ayaklarına gülümsemesinden anlıyoruz. .    

                     

İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti,
Niceden, niceden.

 

Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
Nasıl dururdu Mustafa Kemal'in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden

 

                      Yorgun, yaşlı olan Kocabaş daha fazla gidemez. Olduğu yerde çakılı kalınca Mustafa Kemal’in kağnısı da durur. Ova bayır her yer Elifçiğin gözünde durur.  Şaşırır Elifçik! Elifçik, başka kağnıların gelip geçtiğini görür, kahrolur. Benliğini düşünce sarar. Öteye beriye bakınır. Kocabaşın yanına gider. Gitmesi için dahlar ama hiçbir olumlu yanıt alamaz. Öküzlerine nazar mı değdi diy6e düşünür. Kendisini geçip giden, kağnıların arakasından bakakalır. . 

 

Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin,
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,
Düşerim gerilere, iyceden iyceden.

 

                             Elifçik, Kocabaşa yalvarmaya başlar. Kulu köpeği olacağını söyler. Gerilerde yollarda bırakmaması için yalvarır. Hele ses ve sedanın uzaklaştığını duyunca Elifçik paniğe kapılır. 


Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı, bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.

                              Yaşlı Kocabaş, uzun yorucu günlere yorgun yüreği daha fazla dayanamaz. Olduğu yere yığılır. Gözleri büyür, o kadar büyür ki, yürek kadar olduktan sonra büsbütün kapanır. Elifçik Mustafa Kemal’in kağnısını hiç bırakır mı? Kocabaşın yerine koyar kendisini. Kağnı yeniden hareketlenir. Elifçik düşman üzerine yürür. 

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

 

 

 

 

 

 

 

Cenge Giderken

Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur;
Sinem, özüm ateş ile doludur.
İnsan olan vatanının kuludur.
Türk evladı evde durmaz giderim.

Muhammed’in kitabını kaldırtmam;
Osmancık’ın bayrağını aldırtmam;
Düşmanımı vatanıma saldırtmam.
Tanrı evi viran olmaz, giderim.

Bu topraklar ecdadımın ocağı;
Evim, köyüm hep bu yerin bucağı;
İşte vatan, işte Tanrı kucağı.
Ata yurdun, evlat bozmaz, giderim.

Tanrım şahit, duracağım sözümde;
Milletimin sevgileri özümde;
Vatanımdan başka şey yok gözümde.
Yâr yatağın düşman almaz, giderim.

Ak gömlekle gözyaşımı silerim;
Kara taşla bıçağımı bilerim;
Vatanım için yücelikler dilerim.
Bu dünyada kimse kalmaz, giderim.

Mehmet Emin Yurdakul  

“Millî şair” Mehmet Emin Yurdakul, 1869′da İstanbul’da doğmuştur. Babası Balıkçı Salih Reis, oğlunu millet sevgisiyle yetiştirmiştir. Eğitimine sübyan mektebinde başlamış, sırasıyla Askeri Rüştiye Mülkiye Okulunun İdadi kısmına yazılmış fakat kısa bir süre sonra, Hukuk mektebine girmiştir. Burada öğrenimini tamamlayamamış, 1913′e kadar Erzurum, Trabzon, Sivas ve Hicaz’da çeşitli memurluklar ve yöneticilik yapmıştır. 1897′de “Cenge Giderken” adlı manzumeyi yazmıştır. Mehmet Emin, sarayın ve dönemin aydınlarının sevgisini kazanmıştır. 1907′de İttihat ve Terakki Cemiyetine girerek Abdülhamit’e karşı muhalif olmuştur. Türk Yurdu dergisinin kurucuları arasında olan Yurdakul, İttihat Terakki cemiyetince mebus olması istendiğinde bunu reddetmiş ve Erzurum’a geçmiştir. 1908 inkılâbında Erzurum’da olan yazar, İstanbul’a döndüğünde çalışmalarına yeniden başlamış ve ölümüne kadar sürdürmüştür. 14 Ocak 1944′te vefat etmiştir.

Fikirleri ve Kişiliği

Temiz ve doğru olarak kullandığı Türk dili ile yazdığı şiirleri, Türk milletine, özellikle savaş dönemlerinde destek olmuştur. Mehmet Emin Yurdakul ülkü sahibi insan vasfında olduğu için memuriyet döneminde sık sık yeri değiştirilmiştir. “Türk Yurdu” dergisinde kuruculuk yapmış, ancak Erzurum’a gitmesiyle dergiyi Yusuf Akçura’ya bırakmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonunda hüznünü “Türk Hukuku” adlı düz yazıdan oluşan eseriyle dikkatleri çekmiştir. Mehmet Emin Yurdakul, Türkçülük boyutundaki eserleriyle “Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur” diyerek fikirlerini ifade etmiştir. Savaş sırasında kahramanlık ve millî şuura dayanan şiirleriyle halka cesaret vermiştir.

              Mehmet Emin Yurdakul’un Türkçülük fikrinde önemli yeri olan “Türkçe Şiirler” adlı eseri 63 sayfalık bir eserdir, bu eserde dokuz manzume bulunmaktadır.  Diğer eserleri; Türkün Hukuku, Şehit, Ey Türk Uyan, Bırak Beni Haykırayım, Aydın Kızları, Ankara’dır.

 

 

BIRAK BENİ HAYKIRAYIM 

Ben en hakîr bir insanı kardeş sayan bir rûhum; 
Bende esîr yaratmayan bir Tanrı'ya îman var; 
Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar;

Mazlumların intikamı olmak için doğmuşum.
Volkan söner, lâkin benim alevlerim eksilmez; 
Bora geçer, lâkin benim köpüklerim kesilmez.

Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et; 
Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;

Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir,
Bu zavallı sürü için ne merhamet, ne hukuk; 
Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk! ..

Mehmet Emin Yurdakul

 

 

BEN ANADOLUYUM

 

Bir yanımdan şafak sökerken bir baştan bir başa
Her gün selam veriyor güneş, kurda-kuşa.
Dört mevsim bir yaşarım, yok cihanda böyle eş,
Akşam sefasından, ufuklardan batıyor güneş.
İşte ben Anadoluyum, yiğidim çatıktır kaşım,
Bir babanın öz oğluyum, yedi kardaşım.
Yedi oğlum var biri Aras’tır, bir ucunda Serhat,
Bir kızım var Dicle’dir, bir oğlum var Fırat,
İki ikizim var Seyhan-Ceyhan kıskançlık verirler ya da,
Her nesneye can verilir, yeşil Çukurova’da.
Bir oğlum var, uzun boyludur rengi Kızıl ya,
Bir kızım vardır, kaşları hilaldir adı Sakarya.
İşte benim ben, ben Anadoluyum.
Ben Türk’üm, Kürd’üm, Zaza’yım, Laz’ım, Çerkez’im, Dadaş’ım!
Dedik ya… Bir babanın öz oğluyum, yedi kardaşım,
Ben Karadeniz’de Laz’ım Hazar Denizi’nde Abhaz’ım,
Bir elimde kemençe, bir elimde sazım.
İşte benim ben, ben Anadoluyum!
Ağrı Dağı’nda güvercinim.
Bitlis’te Ahlat, Van’da Gevaşım!
Ben Bingöl dağların da çobanım, Muş ile kardaşım.
Hakkari’de Ahmed-i Hani Feqiye Teyrana kuşum
Ben Cizre yollarında Mem-u Zin ile yoldaşım
Batman’da petrol, Diyarbakır ovasında pamuk,
Melikahmet dükkanın da kumaşım.
Siirt’te Koçero, Mardin’de Süryani, Antep’te Şahin,
Urfa’da Halil-ul Rahman sofrasında aşım.
Ben Erzincan’da Terzi Baba Elazığ’da Gagoşum.
Ben Munzur’da alevi, Sivas’ta kızılbaş’ım.
İşte benim ben, ben Anadoluyum!
Ben Hatay’da Arap’ım,
Habib-i Neccar’a yandaşım,
Ben Malatya, Adıyaman, ben Maraş’ım,
Ben Kayseri, Kırşehir, Kırıkkale, eğilmez başım.
Ben Yozgat, Tokat, Ankara vatan duvarında taşım.
Adana, Antalya, İzmir, Bursa’dan hoşum
Sakarya, İzmit, İstanbul aşkıylan sarhoşum,
Ege’de Efe Trakya’da Roman
Marmara’da Mamoşum,
Ben “Yurtta sulh Cihan’da barışım”
Ben Kuran-ı Kerim’in ışığında çağdaşım
Ben Anadolu erenleri Mevlana, Yunus, Hacı Bektaşım!
Ey sevgili kendine gel… Sen; Bensin…Ben; Sizim.
Çanakkale’de yatan binlerce kefensizim.
Beni benden ayırmak ne mümkün,
Aynı bedenim, aynı kemiğim, aynı tırnağım, aynı dişim.
Ben anayım, ben babayım, ben dayı, yeğenim, ben eşim.
Ya Rabbi! Sana arzuyu niyazım var; “ayırma beni Hak’tan”
Ya Rab! koru beni düşmanlardan, dış mihraklardan.
Otuz beş yıldır … “Ne baharım var ne yazım, mevsimde kışım.”
Ben üzgünüm, ben kırgınım, ben ağlayan gözlerde yaşım.
Ben GÜRHAN’ım, garip OZAN’ım, bu topraklarda vatandaşım.

 

OZAN HACI GÜRHAN