ANTON ÇEHOV (1860- 1904)   

ANTON ÇEHOV (1860- 1904)   

ANTON ÇEHOV (1860- 1904)

ANTON ÇEHOV (1860- 1904)    

Rus doktor, yazar Anton Çehov. Anton Çehov kimdir? İşte Anton Çehov'un biyografisi

Anton Çehov, 19 Ocak 1860'ta  doğdu.

Dini konulara önem veren babasının zorlamasıyla kilise korosunda ilahi söyleyen Çehov, ticarette başarılı olamayan babasının yerine bakkal işleriyle de ilgilendiği için lise eğitimi uzamıştır.

Bir süre Yunan çocukların devam ettiği bir okulda okuyan Çehov, daha sonra 10 yıl boyunca Yunan ve Latin klasikleriyle bir eğitim gördü. Çehov'un yaşamı boyunca klasiklerden hoşnut olmamasına sebep olan bu eğitim, düş gücünün gelişmesini sağlamıştır.

Babası 1876 yılında iflas edince ailesi Moskova'ya göçtü. Çehov, ağabeyi ile birlikte Taganrog'da kalarak liseye devam etti. Genç yaşlarında kendi hayatını kendi kazanan Çehov, zor koşullar altında geçen çocukluk yılları nedeniyle hikayelerinde çocuklara geniş yer verdi ve hep hüzünlü, incinmiş çocukları konu aldı.

1897 yılında liseyi bitiren Çehov, Moskova'ya gitti ve tıp fakültesine girdi. 1884 senesinde doktor olan Çehov, tıp öğrenimi sırasında ailenin geçimine katkıda bulunmak için çeşitli dergilerde yazılar yazdı. Bu dönemde yazdığı yazılarını “Melbourne'ün Masalları” isimli kitapta topladı ve üniversiteyi bitirdiği yıl ilk kitabını yayınladı.

Üniversiteyi bitirince doktorluğa başlayan Çehov, Cerrahlık, Cansız Ceset ve Kaçak adlı hikayelerini bu dönemde yazdı.

1887 senesinde “Alacakaranlıkta” adlı öykü kitabıyla Rus Akademisi tarafından verilen Puşkin Ödülü'nü kazandı.

Ünlü öyküsü 6. Koğuş'u 1892 yılında yayınladığında, yaşadığı bölgede kolera salgını olması sebebiyle doktor olarak aktif rol oynadı.

1897 yılında yurt dışındayken vereme yakalandı ve tedavi olmak için Kırım'a gitti.

1899 yılında Vanya Dayı'nın ilk gösterimi yapıldı ve toplu yapıtlarının ilk cildi yayınlandı.

1901 senesinde Üç Kız Kardeş sahnelendi; Çehov, Kafkasya seyahatinden sonra bir ev yaptırdığı Yalta'ya döndü ve Olga Knipper ile evlendi.

1904 yılında sağlığı bozulan Çehov'a tüberküloz teşhisi konuldu. Eşi ile birlikte Almanya'daki Kara Orman'a gitti ve Badenwiller'de hayatını kaybetti. Çehov'un naaşı Moskova'dadır.

ÇEHOV'UN TÜRKÇE YAYIMLANAN BAZI YAPITLARI

Besleme, Korkulu Gece, Seçme Öyküler, Kara Keşiş, Toplu Eserler, Marangozun Köpeği Kaştanka, Oyunlar (Martı, Vanya Dayı, Vişne Bahçesi, Üç Kız Kardeş, Teklif, Jübile, Düğün), Bir Taşralının Öyküsü, Asma Katlı Ev, Belalı Misafir)

 

 

VUR 

 

Ey Türk vur, vatanın bakirlerine 
Günahkar gömleği biçenleri vur 
Kemikten taslarla şarap yerine 
Şehitler kanını içenleri vur 

Vur güzel aşıklar cenazesinden 
Kırmızı meşaleler yakanları vur 
Şehvetin raksına yetim sesinden 
Besteler şarkılar yapanları vur 

Vur o katlin kızıl sapanlarıyla 
Dünyaya ölümler ekenleri vur

MEHMET EMİN YURDAKUL

 

Sponsored Links


 

 

BENİM ŞİİRLERİM 


"Sen kalbsizsin; hani senin gençliğin hayatı? 
"Aşklarım mı? Bir nefeste solabilen bu şeyler, 
"Bir yanar-dağ ateşiyle kömür gibi karardı; 
"Şimdi ise yerlerinde bir sıtmalı yel eser. 

"Evet, benim her şi'rimde yılan dişli diken var; 
"Sizler gidin bal verecek yeni açmış gül bulun.

"Belki benim acı sesim kulakları tırmalar; 
"Sizler gidin, genç kızların türküsüyle şen olun. 

"Varın sizler, onlar ile korularda el ele 
"Gezin, gülün, bir çift bülbül aşkı ile yaşayın; 
"Yalnız kendi, yalnız kendi rûhunuzu okşayın. 

"Zavallı ben, elimdeki şu üç telli saz ile 
"Milletimin felâketli hayatını söyleyim; 
"Dertlilerin gözyaşını çevrem ile sileyim!.."

MEHMET EMİN YURDAKUL 

 

- Anadolu



Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar; 
Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar; 
Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar; 
Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar. 

Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın: 
Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın; 
Derileri çatlak, bağrı kapkara, 
Sağ elinin nasırında bir yara 

Başında bir eski püskü peştemal 
Koltuğunda bir yamalı boş çuval... 

-Ne o bacı? 
- Ot yiyoruz, n'olacak! .. 
-Tarlan yok mu? 
- Ne öküz var, ne toprak... 
Bugüne dek ırgat gibi didindim; 
Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim, 
Bundan sonra... 
- Kocan nerde? 
- Ben dulum; 
Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum. 
- Soyun, sopun? 
- Onlar dahi hep yoksul! 
Ah Efendi, bize karşı İstanbul 
Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi? 
Taşraların hayvanlık mı nasibi? .. 

Hayır hayır, bu nasibi almak için doğmadın. 
Onun için doğdun ki sen kadınlığın hakkiyle 
Ocağının karşısında saadete eresin, 
Göğsünü kabarttıran anneliğin aşkiyle 
Evladına südün gibi pak duygular veresin. 
Sen bir aziz yoldaşsın: 
Senin sesin hayat için dövüşmeğe koşturur; 
Senin sevgin vatan için fedakarlık öğretir; 
Senin yüzün insan için bir merhamet duyurur; 
Senin ile insanoğlu yeryüzünü şenletir. 
Lakin bizler bu hakları unuttuk;

 


 

Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk; 
Ninen gibi sana dahi hor baktık; 
Seni dahi garip, yoksul bıraktık! .. 

Kinler için karaları bağlıyan, 
Zevkler için zelil sefil ağlıyan. 
Acı gören, cefa çeken, ezilen, 
Irzdan başka her şeyini veren sen! 
Sen şu güzel vatanında cehennemde gibisin; 
Gözyaşınla ıslattığın kanlı toprak üstünde 
Sana her yer bir çöl gibi cıvıltısız, çiçeksiz; 
'Ekmek' diye ağladığın sağır bir halk önünde 
Sana herkes bir kurt gibi merhametsiz yüreksiz. 
Senin herbir ümidin 
Ayrılıksız, yoksulluksuz bir dünyaya kalmıştır, 
Oraya ki masum çiftler hıçkırıksız yaşarlar; 
O melekçe sevgilerle birbirini okşarlar; 
Ve burada Allah bütün dilekleri yaratır? 
Ne vakte dek gençliğine hakaret, 
Bu ayrılık, bu gözyaşı bu ölüm? .. 
Bu sert demir, bu ağır yük. bu zulüm? 
Yazık, sana ağlamıyan şiire; 
Yazık, sana titremiyen vicdana; 
Yazık, sana uzanmayan ellere; 
Yazık, seni kurtarmıyan insana! .. 

Ey vatanın bağrı yanık bucağı. 
Hani senin bereketli hasadın, 
Yeşil yurdun, mesut çatın, şen çiftin? 
Hani senin medeniyyet hayatın, 
Yolun, köprün, kazman, iğnen, çekicin? 
Ey Türklüğün otağı! 
Ne vakte dek bu acıklı sefalet, 
Bu viranlık, bu inilti, bu kaygu? 
Ne vakte dek bu uğursuz cehalet. 
Bu taassup, bu görenek, bu uyku? 

Yazık, sana ağlamıyan şiire; 
Yazık, sana titremiyen vicdana, 
Yazık, sana uzanmayan ellere; 
Yazık, seni kurtarmıyan insana!

MEHMET EMİN YURDAKUL

Bursa'da Zaman

Bursa'da eski bir cami avlusu, 
Küçük şadırvanda şakırdayan su. 
Orhan zamanından kalma bir duvar... 
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar 
Eliyor dört yana sakin bir günü. 
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü 
İçinden gülüyor bana derinden. 
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden 
Ovanın yeşili göğün mavisi 
Ve mimarilerin en ilahisi. 

Bir zafer müjdesi burda her isim: 
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim 
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın 
Hala bu taşlarda gülen rüyanın 
Güvercin bakışlı sessizlik bile 
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle. 
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası, 
Muradiye, sabrın acı meyvası, 
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer, 
Türbeler, camileri eski bahçeler, 
Şanlı hikayesi binlerce erin 
Sesi nabzım olmuş hengamelerin 
Nakleder yadını gelen geçene.

AHMET HAMDİ TANPINAR 

 


Bekleyeceğim

Aylar geçip yıllar olsa da 
Yıllar geçip zaman dolsa da 
Aşkın arzuları beni boğsa da 
Bir gün seversin diye bekleyeceğim 

Bugün nişanlansan, yarın evlensen 
Benden başka binbir kişi sevsen 
Hepsiyle ayrı ayrı izdivaç görsen 
Bir gün dönersin diye bekleyeceğim 

Seni beklemekle geçse de ömrüm 
Şu fani dünyada kalmasa günüm 
Senden uzakta ölürsem bir gün 
Ahirette seni bekleyeceğim...

Ahmet hamdi Tanpınar