Tarih: 28.06.2024 13:34

TİTRASU – 6

Facebook Twitter Linked-in

                                     TİTRASU – 6

 

                      Cişan sorulara kaçamak cevap verse de, Pamir’in beyninde bazı şeyler canlandı. Su, hiç konuşmadan kızarmış ekmeğini yiyordu. Arada bir Narlı’nın sorularını kısa kesik cümlelerle cevaplıyordu. 

                      Gün çiftliğin her yanını dolandı. Ağaçlar, ekinler, gün ışığıyla daha da belirginleşti. Kümes hayvanları, büyükbaş hayvanlar çoktan yedirildi. Çiftlikte her şey bir ahenk içerisindeydi. Her çalışan işini ve sorumluluğunu bildiğinden kimse kimseyle uğraşmazdı. 

Safkan, çalışanları arasında asla yarım yapmaz, hepsinin  hakkını tam olarak yaptığı işe göre verirdi. Çiftlikte tamı tamına 120 kişi çalışırdı. Her birinin kalacak olduğu ev çiftliğin sınırlarına inşa edilmişti. 

Sadece Pamir Narlı çifti, Safkan’ın çiftlik evinin yanında inşa edilen müşkülatta kalıyordu. Onun için Safkan, uyanır uyanmaz Pamir’i çağırırdı. Pamir, Safkan’ın çocukluğunu bilen biriydi. Bu yüzden Safkan Pamir’e çok güvenirdi.  Çiftliğin bir çok işi Pamir’in sorumluluğu altındaydı. Yaşlanmasına yaşlanmıştı ama çiftliği çevirme konusunda bir çok gençten çok daha iyi durumdaydı. Çocuğu yoktu. Onun için Safkan’ı oğlu gibi sever, Safkan’da Pamir’e baba saygısı gösterirdi. Aralarında çok kuvvetli bir bağ vardı. 

                      Safkan, havuzun etrafından dolanarak, müşkülata yaklaştı. Pamir, Safkan’ı görür görmez ayağa kalkıp, yer gösterdi. Safkan, pür dikkat gençlere bakıyordu. Her ikisinin de arkası dönük olduğundan dayılarının geldiğini fark etmedi. 

Pamir’de bir şey söylemedi. Safkan, çocukların karşısında geçip durdu. Cişan, elindeki bardağı masaya bırakarak hemen ayağa fırladı. Safkan, şaşkınlığını gizleyemedi. Bir müddet öylece bakıştılar. 

Su, oldukça tereddütlüydü. Dayısının tepkisini henüz çözememişti. Üç yıldan beri görüşmedikleri için nasıl tepki vereceğini kestiremedi. 

Cişan olduğu yerde çakılı kaldı. Dayısına birkaç adım atmasına rağmen Safkan el işaretiyle onu durdurmuştu. 

Gerginleşen havayı Narlı yumuşatmak istedi. Taze çay yaptığını söyleyerek, Safkan’ın boş sandalyeye oturmasını istedi. Bu arada Pamir müşkülattan  aldığı bardağı masanın üzerine bıraktı. Narlı, bardağa çay doldurup Safkan’a uzattı.

Cişan, hala ayakta bekliyordu. Ne bir iki adım öteye ne de bir iki adım geriye gidebildi. 

Su, aynı vaziyette oturduğu sandalyede kala kalmıştı. Ne diyeceğini bilmiyordu. Onca yolu boşuna mı, at sürerek geçmiştiler.

Cişan, hiçbir şey düşünemez oldu. Söyleyecek olduğu kelimeleri de, unuttu. Narlı çocukların zor durumda olduğu fark etti. Ancak çocukların buraya geliş nedenini dahi bilmiyordu. 

Elindeki çay tepsisini masaya koyarak; “sizi bilmem ama gençlere yardım edeceğim. Her ikisini de, sana diyecekleri var. Yüzlerinden, gözlerinden bunu anlamak mümkün. Buraya kadar geldiklerine bakılırsa, şatoda iyi şeyler olmadı. Anneleri Suada, birgün aynı bunlar gibi endişeli ve aynı saatte gelmişti. Safkan, çocukları karşına al ve konuş. Bak ne diyecekler. Suada seni çok sever ve sayardı”. Birden sustu. Gözlerini gençlere çevirdi. Uzun uzun baktıktan sonra; “öyle değil mi, Su? Dayınıza önemli bir şey söyleyeceksiniz değil mi? İkinizin de gözlerinde bunu görebiliyorum. Aynı annenize benziyorsunuz. O da üzüldüğü zaman mavi gözleri sizin gözlerinizi gibi bulutlanırdı. Ey gidi dünya! Suadam, bu dünyadan göçüp gideli tam sekiz yıl oldu.”

Pamir, karısının duygulandığını görünce, yanına giderek; “hadi Narlı, işimize geçelim de Safkan yeğenleriyle baş başa kalsın.”

Bu süre zarfında Safkan hiç konuşmadı. Hep Narlı’yı dinledi. Gözlerini gençlerden hiç ayırmadan öylece kalakaldı.

Pamir Narlı’yla uzaklaşıp giderken, üç çift göz arkalarına takılı kaldı. 

Cişan, hala ayakta hazır durumda bekliyordu. Dayısının ağzından çıkacak kelimeleri kaçırmamak için için nefes bile almıyordu. 

Su, yaşının da vermiş olduğu heyecanla bir dayısına bir de ağabeyisine göz gezdiriyordu. Kilitlim odadan, çıktığını babası öğrenirse, olacakları hiç düşünmek istemiyordu. Dayısının yanında kalamazsa geri nasıl döneceğini hayal bile etmek istemiyordu. Dalıp gittiği sırada Safkan’ın tok sesi kulaklarında yankılandı. Evet dayısı bir şeyler söylüyordu. Ama Su, kelime anlamıyordu. Aynı dil konuşmuyorlarmış gibi geliyordu. 

Cişan, olan biteni kısaca anlatmak istediyse de, bir el onu susturdu. Söyleyecek olduğu kelimeleri yutkundu. Kardeşinin yanına giderek, kalkmasını istedi. Su, olan biteni anlamak için her ikisini de dikkatlice süzmeye başladı. 

Cişan; “hadi Su, buradan da gidiyoruz. Kalmanın bir anlamı kalmadı. Dayım kararını vermiş. Bizi ne görmeye tahammülü var  nede konuşmaya.”

Su ayağa kalktı. Ağabeyisinin gözlerinin içine bakarak; “nereye gideceğiz? Tek umudumuz burasıydı. Şatoya geri dönemem. Babam beni kesin öldürür. Bunu sende biliyorsun.” 

Cişan, gözlerini kardeşinin gözlerinden ayırarak; “gelmekle hata ettik. Şatodan hiç, çıkmayacaktık. Dayımıza güvenerek bütün gece at sürdük. Çok büyük hata yaptık.”

İki kardeş, atlarını bıraktıkları yöne doğru giderken, Safkan arkalarından; “Durun! Durun!” iki kardeş bulundukları yerde kalakaldı. 

Safkan, yanlarına giderek; “Cişan ve Su. Beni iyi dinleyin. Geldiğinizden beri hiç ağpzımı açmadım.ç tek kelime etmedim. Sizler kendi kendinize çalıp oynuyorsunuz. Davet etmediğim halde çiftliğime kadar at sürdünüz. Yine sizi kovmadığım halde kalkıp gitmek istiyorsunuz. Suada, yani anneniz, benim kardeşim.  Sizler bana onun emanetlerisiniz. Bugüne kadar sizi arayıp sormadığımı düşünüyorsunuz. Babanız olacak Gökmavi her zaman sizi benden uzak tuttu. Üç yıl oldu sizi göremedim. Defalarca şatoya gittim. Defalarca şatonun kapısından kovuldum. Gökmavi’nin emriyle sizleri görmem yasaklandı.”

Derin bir soluk aldıktan sonra; “şimdi masaya geri dönüyorsunuz. Yarım kalan kahvaltınızı yapıyorsunuz. Sonra ne yapacağımıza karar veririz.”

Su kocaman mavi gözlerini dayısının mavi gözlerine dikerek; “biz henüz konuşmadık. Niçin geldiğimizi söylemedik.” 

Safkan; “ben her şeyi biliyorum. Bir gün bunların olacağını da biliyordum.”

Cişan nereden bildiğini sorunca, Safkan acı acı gülerek; “Gökmavi’yi iyi tanırım. Kendisinden başkasını sevmez.  Tek yaptığı cezalandırmak. Sizi de bir şekilde cezalandırmıştır.”

Su kocaman mavi gözlerini daha da açarak; “cezalandırıldığımızı biliyor muydun?”

Safkan, yeğeninin elini tutarak; “bak Su, tıpkı annene benziyorsun. Olaylara hiç vakıf olamıyorsun. Şimdi bunları bir kenara bırakalım. Birazdan çiftliği gezeriz. Önce odalarınızı hazırlattırayım.”

Cişan itiraz ederek; “hayır dayı ben kalmaya gelmedim. Su’yu sana emanet etmeye geldim.  Babam her ikimizi de, cezalandırdı. Su ve ben artık büyümüşüz. Birlikte gezip dolaşamayız. Su şatoda oturup kısmetini bekleyecek. Bende muhafızlarla sabah akşam talim edeceğim. Su şatoda daha fazla kalamazdı. Gidecek başka yerimiz olmadığından sana geldik. Benim fazla vaktim yok. Su’yu kabul ettiğine göre artık ben gidebilirim.”

Safkan yeğenini tepeden tırnağa süzdükten sonra Gökmavi delirdi mi? Bu nasıl bir ceza böyle. Senin de şatoya dönmeni istemiyorum. Babanın ne yapacağı belli olmaz.” 

Cişan kendisi işçin endişelenecek bir durum olmadığını söyleyerek; “benim için Su daha önemli. Babam, bana  bir şey yapamaz.”

Safkan, yeğeninin kararlı olduğunu görünce daha fazla üstelemedi. Vedalaşmak için elini uzattı. 

 

                                          Devamı haftaya       

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

OTUZ BEŞ YAŞ 

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün.

Delikanlı çağımızdaki cevher,

Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,

Gözünün yaşına bakmadan gider.

 

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allahım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünürsünüz,

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

 

Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim.

Nerde o günler, o şevk, o heyecan?

Bu güler yüzlü adam ben değilim;

Yalandır kaygısız olduğum yalan.

 

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;

Hatırası bile yabancı gelir.

Hayata beraber başladığımız,

Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;

Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

 

Gökyüzünün başka rengi de varmış!

Geç farkettim taşın sert olduğunu.

Su insanı boğar, ateş yakarmış!

Her doğan günün bir dert olduğunu,

İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

 

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!

Her yıl biraz daha benimsediğim.

Ne dönüp duruyor havada kuşlar?

Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?

Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

 

Neylersin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanamadın olacak.

Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında.

 

 

 

CAHİT SITKI TARANCI

 

 

 

 

 

 

 

 

         

 

 

 

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —