TİTRASU -10

      TİTRASU -10

Titra, gözlerini yere eğdi. Babasının yüzüne bakmadan

                                            TİTRASU -10

 

 

Titra, gözlerini yere eğdi. Babasının yüzüne bakmadan; “ben, gördüm. Onları duydum. Beni bırakmayacağına söz verirsen anlatacağım. Baba, bana söz ver. Beni hiç bırakmayacaksın. Öyle eğil mi? Eğer bırakırsa, ben çok üzülürüm. Seni seviyorum baba. Ne olur beni bırakma. Annem  beni hiç sevmedi. Bunu biliyorum. Onu hiç göremeden gitti.”

Mahluka oğlunu başını okşadı. İçini çektikten sonra; “oğlum, annen seni sevmediği için gitmedi. Allah öyle istedi. Buna biz bir şey yapamayız. Ömrü o kadardı. Seni bana emanet etti. Ben buradayım. Bir yere gittiğim yok. Titra, beni duyuyor musun? Yüzüme bak.”

Çocuk başını kaldırıp babasının yüzüne baktı. 

Adam, oğlunun mavi gözlerinden süzülen yaşları görünce içi sızladı. Ne diyeceğini bilemedi. Elinin tersiyle oğlunun yanaklarından süzülen yaşları sildi. Kendi gözleri de, nemlendi. 

Baba oğul bir müddet odada sessizce kaldı. Her ikisinin de, göz pınarları açılmıştı. Birbirlerine bakmadan ağlıyorlardı. 

 

                                                      ***

 

                                 Mahluka iyice sakinleşen oğluna olan biteni en baştan anlatmasını istedi. Titra, başıyla onaylayıp, söze başlamadan önce bir kez daha babasından söz vermesini istedi. Mahluka, oğlunu kırmamak için tamam deyip, anlatmasını bekledi. 

Titra oturduğu sandalyeden öne doğru çıkarak; “baba, ben onları gördüm. Ve söyledikleri her şeyi duydum.”

Mahluka, Titra’nın kimden söz ettiğini anlamıştı. Çocuğun bir şeylere tanık olduğundan artık emindi. Titra, ellerini masanın üzerine koyup; “biliyor musun baba, Su hala, buraya seni görmeye gelmedi. Festival içinde gelmedi. Şato içinde gelmedi. Oğlu da, onun gibi.” 

Mahluka’nın gözleri fal taşı gibi açıldı. Çocuk kendinden büyük sözler ediyordu. Tereddüt etmeden ne için geldiklerini açıkça anlatıyordu. Gördükleri, duydukları Titra’nın dengesini hepten bozmuştu. Babasının bırakıp, gideceğini düşünüyordu. Onun için her şeyi anlatmak istemedi. Mahluka, oğlunun sustuğunu görünce, neler olduğunu sormaktan kendini alamadı. 

Çocuk, yeniden babasının gözleriyle, gözlerini buluşturdu. “gidelim buradan. Baba, seni seviyorum. Su hala kötü bir insan. Uzun saçlı da onun gibi. İkisini konuşurlarken duydum. Seni öldürecekler. Beni de kaçıracaklar. Şatoyu da yakacaklar.”

Mahluka, duyduğu sözler karşısında afalladı. Misafir olarak kabul ettiği halası ve kuzeni şatoyu cehenneme çevirmeyi planlıyorlar. Bu nasıl kin ve nefret? İnsan doğduğu topraklara zarar verebilir mi? Hiç görmediği yeğeninin ölüm fermanını verebilir mi? Düşünceler beyninden çabucak geçti. 

Titra, iyice açıldığından konuşmasını sürdürerek; “baba, atları da, alacaklar. Şimşeği satacaklar. Üzüm bağlarını da yakacaklar. Baba biliyor musun? Hiç onları çağırmayacaktın. Buraya gelmeyeceklerdi. Huzurumuzu kaçırdılar. Uyumak istemiyorum. Seni öldürecekler, beni kaçıracaklar.  Baba bana söz verdin buradan gideceğiz.”

Mahluka artık oğlunu dinlemiyordu. Aklı hep Su halayla kuzeninin yaptığı plandaydı. Misafir edilmelerinin karşılığı bu olmamalıydı, sözleri Mahluka’nın ağzından yüksek sesle çıktı. 

 

                                                                 ***

 

                                 Doğahan, bahçede, ahırlara yakın masalardan birine oturmuştu. Önündeki haritaya baktıkça yüzünde gülümseme beliriyordu. Parmağını haritanın üzerinde gezdiriyordu. 

Su, sessiz adımlarla yaklaştı. Haritaya eğilerek; “bunlar ne? Bu harita nereye ait? Hiç söz etmedin.”olan her 

Doğahan, başını haritadan kaldırmadan; “gerek görmedim de, ondan. Ne zaman hareket geçiyoruz. Sen onu söyle.”

Su, bir iki adım geri çekildi. Oğlunun karşısındaki sandalyeyi çekip oturdu. Hiç görmediği haritaları önüne çekti. Doğahan, eliyle haritaların üzerini kapattı. Su, haritaları almaya çalışsa da Doğahan almasına izin veermedi. Her ikisi de, birbirinden bir şey saklıyordu. Ana oğuldular ancak beklentileri ve çıkarları farklıydı. İkisinin de düşünce gemisi farklı rotalarda demir almıştı. Su, yıllar önce kaçtığı Titrasu şatosuna yeniden dönmeyi planlarken, Doğahan her şeyi yakıp yok etmeyi düşünüyordu. Dahası mahluka’yı öldürüp, ona ait  olan her şeyi almayı bunun içinde Titra’da vardı. 

Su, oğlunun yüzüne dikkatle baktı, şimdiye kadar görmediği bir yüzü olduğunu fark etti. Bir müddet gözleri konuştu. Sessizliği bozan Doğahan oldu. Planını bir an önce uygulamak istediğini söyleyerek; “sen galiba vazgeçtin, sevgili anneciğim. Oysa gelmeden önce çok kararlıydın. İntikam ateşiyle yanıyordun. Değişen ne oldu? Merhametin geri mi döndü? Sen olsan da, olmasan da, ben planı uygulayacağım.” 

Haritaları katlayıp, elleri arasında sıkıştırdı. Annesinin yüzüne dikkatli baktı. Su, kocaman mavi gözlerini oğlunun kararlı yüzünde dolaştırarak; “sana ne oluyor böyle? Planı asıl sen değiştirdin oğlum. Ben seksen yaşına geldim. Artık huzuru istiyorum. Tıpkı baban gibisin. Oradan oraya savrulmaktan yoruldum. Ömrümün son yıllarını huzuru içinde ve yeğenimle birlikte geçirmek  istiyorum. Gençliğimde olduğu gibi bu şatoda yaşayıp, kırlarda dolaşmak istiyorum. Benim planım buydu. Sen kin ve nefretle dolusun. Seni buraya getirdiğime pişman etme. Mahluka’dan hisse alacaktık. Sense öldürmekten yakıp, yıkmaktan söz ediyorsun.” 

Doğahan annesinin sözünü keserek; “yapma anne! Sen söylemiyor muydun, Mavigök benim hayatımı kararttı diye. Şimdi ne diye üzülüyorsun.”

Su hışımla ayağa kalktı. Oğlunun yüzüne sert sert bakarak; “Titrasu şatosundan ve Mahluka’dan uzak dur. Bir şey yapmana izin vermeyeceğim. Karşında artık beni bulursun. Bu kadar söyleyeceklerim.” Dedi ve uzaklaştı. 

Doğahan, annesinin arkasından; “sen öyle zannet. Babama yaptıklarının cezasını çekeceksin. Beni böyle sen yaptın. Babam her defasında obasından dışlanmasına sen neden oldun. Bunları Titrasu şatosuna gelince hemen unuttun. Ama ben buradayım hatırlatırım sevgili anneciğim.”

 

                                                            ***

 

 

 

 

AÇIK DENİZ

 

Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;

Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.

Kalbimde vardı "Byron"u bedbaht eden melâl

Gezdim o yaşta dağları, hulyâm içinde lâl...

Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını,

Duydum, akıncı cedlerimin ihtirâsını,

Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu...

Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu...

Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan,

Rü'yâma girdi her gece bir fâtihâne zan.

Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular...

Mahzun hudutların ötesinden akan sular,

Gönlümde hep o zanla berâber çağıldadı,

Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı!

Bir gün dedim ki "istemem artık ne yer ne yâr!"

Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar;

Gittim son diyâra ki serhaddidir yerin,

Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!

 

Garbin ucunda, son kıyıdan en gürültülü

Bir med zamânı, gökyüzü kurşunla örtülü,

Gördüm deniz dedikleri bin başlı ejderi;

Gördüm güzel vücûdunu zümrütliyen deri

Keskin bir ürperişle kımıldadı anbean;

Baktım ve anladım ki o ejderdi canlanan.

Sonsuz ufuktan âh o ne coşkun gelişti o!

Birden nasıl toparlanarak kükremişti o!

Yelken, vapur ne varsa kaçışmış limanlara,

Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara!

Yalnız o kalmış ortada, âsi ve bağrı hûn,

Bin mağra ağzı açmış, ulurken uzun uzun...

Sezdim bir âşina gibi, heybetli hüznünü!

 

Rûhunla karşı karşıya kaldım o med günü,

Şekvânı dinledim, ezelî muztarip deniz!

Duydum ki rûhumuzla bu gurbette sendeniz,

Dindirmez anladım bunu hiç bir güzel kıyı;

Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı.

 

 

 

 

 

Yahya Kemal BEYATLI

 

AKINCILARBin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik    Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik    Haykırdı, ak tolgalı beylerbeyi "İlerle!"    Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle    Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan    Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan    Bir gün yine doludizgin atlarımızla    Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla    Cennette bu gün gülleri açmış görürüz de    Hâlâ o kızıl hâtıra gitmez gözümüzde    Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendikBin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik    Yahya Kemal BEYATLI



AKŞAM MÛSIKÎSİKandilli'de, eski bahçelerde,Akşam kapanınca perde perde,Bir hatıra zevki var kederde.Artık ne gelen, ne beklenen var;Tenhâ yolun ortasında rüzgârTeşrin yapraklarıyle oynar.Gittikçe derinleşir saatler,Rikkatle, yavaş yavaş ve yer yerSessizlik dâima ilerler.Ürperme verir hayâle sık sık,Hep bir kapıdan giren karanlık,Çok belli ayak sesinden artık.Gözlerden uzaklaşınca dünyâBin bir geceden birinde gûyâBaşlar rü'yâ içinde rü'yâ.Yahya Kemal BEYATLI



ATİK-VALDE'DEN İNEN SOKAKTA                                Nihad Sami Banarlı'yaİftardan önce gittim Atik-Valde semtine,Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyetiBir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızlarıAz çok yakından sezdiriyor top ve iftarı.Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,Bir nurlu neş'e kapladı kerpiçten evleri.Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz.Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamıHadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime;Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:"Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür."Yahya Kemal BEYATLI  BİR BAŞKA TEPEDEN  Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!  Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.  Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!  Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.  Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,  Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.  Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada  Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.                            Yahya Kemal BEYATLI 



BÜYÜ ŞİİRParis'te genç iken koyu Baudelaire'perest idim.Balkon'la, Yolculuk'la, Güzellik'le mest idim.Sinmişti şi'ri ruhuma ulvi keder gibi;Absente damla damla sızan şeker gibi.Hulyâsının yarattığı iklim o başka yer!Gür defnelerle çevrili, afyonlu bahçeler...Her zevki bir haram olan efsunlu cennetinKoynunda vardı lezzeti bin türlü nimetin.Bir gün veda edip o diyârın hayatına,Döndüm bütün bütün vatanın kâinatına.Lâkin o bahçelerde geçen devreden beriKalbimde solmamıştır o şi'rin çiçekleri.Yahya Kemal BEYATLI



DENİZ TÜRKÜSÜDolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli!Gidişin seçtiğin akşam saatinden belli.Ömrünün geçtiği sahilden uzaklaştıkçaVe hayâlinde doğan âleme yaklaştıkça,Dalga kıvrımları ardında büyür tenhâlıkBaşka bir çerçevedir, git gide dünyâ artık.Daldığın mihveri, gittikçe, sarar başka ziyâ;Mâvidir her taraf, üstün gece, altın deryâ...Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masalaO saatler ki geçer başbaşa yıldızlarla.Lâkin az sonra lezîz uyku bir encâma varır;Hilkatin gördüğü rü'yâ biter, etrâf ağarır.Som gümüşten sular üstünde, giderken ileriTâ uzaklarda şafak bir bir açar perdeleri...Mûsıkîsiyle bir âlem kesilir çalkantı;Ve nihâyet görünür gök ve deniz saltanatı.Girdiğin aynada, geçmiş gibi dîğer küreye,Sorma bir sâniye, şüpheyle, sakın: "Yol nereye?"Ayılıp neş'eni yükseltici sarhoşluktan,Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktanDuy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu,Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu.Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!...İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.Yahya Kemal BEYATLIDENİZ TÜRKÜSÜDolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli!Gidişin seçtiğin akşam saatinden belli.Ömrünün geçtiği sahilden uzaklaştıkçaVe hayâlinde doğan âleme yaklaştıkça,Dalga kıvrımları ardında büyür tenhâlıkBaşka bir çerçevedir, git gide dünyâ artık.Daldığın mihveri, gittikçe, sarar başka ziyâ;Mâvidir her taraf, üstün gece, altın deryâ...Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masalaO saatler ki geçer başbaşa yıldızlarla.Lâkin az sonra lezîz uyku bir encâma varır;Hilkatin gördüğü rü'yâ biter, etrâf ağarır.Som gümüşten sular üstünde, giderken ileriTâ uzaklarda şafak bir bir açar perdeleri...Mûsıkîsiyle bir âlem kesilir çalkantı;Ve nihâyet görünür gök ve deniz saltanatı.Girdiğin aynada, geçmiş gibi dîğer küreye,Sorma bir sâniye, şüpheyle, sakın: "Yol nereye?"Ayılıp neş'eni yükseltici sarhoşluktan,Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktanDuy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu,Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu.Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!...İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.