TİTRASU- 13

                        TİTRASU- 13

Mahluka, haritayı eline aldığında ilk gözüne ilişen, üç haritada olan şekillerin aynısının olmasıydı.

                                                            TİTRASU- 13

 

 

Mahluka, haritayı eline aldığında ilk gözüne ilişen, üç haritada olan şekillerin aynısının olmasıydı. Gözlerini haritadan ayırıp, halasının gözlerine kilitleyince, Su, beş numaralı haritayı uzattı. Mahluka, haritanın ilk dört haritadaki şekillerin aynısını bu haritada fark etti. Sadece büyük bir şekil haritanın başında yer alması, diğer haritalardan farklılığını gösteriyordu. 

Mahluka, beş numaralı haritadan gözlerini alıp, Su halasına çevirince,  yaşlı kadın altı numaralı haritayı uzattı. Mahluka, hartalardan şifre çözemedi fakat aralarındaki farkı anladı. Halasına her baktığında yeni haritayla tanışması, onu heyecanlandırdı. 

Su, yedi ve son numaralı haritayı uzatarak; “bu yedinci ve son harita. Bunu da al ve incele.” Dedi.

Mahluka, eline aldığı haritaya öylesine göz attı. Yanılmamıştı. Haritalar birbirine ekli ancak aralarında ki sırrı çözemedi. Titrasu şatosuyla  bağlantıları olduğunu haritaların en alt kısmında bulunan Titrasu şatosunun resmiydi. 

Su hala,  elindeki yazılı belgeleri Mahluka’ya vermeden önce ; “Mahluka, şimdi sırrı öğrenmeye hazır mısın?” 

O sırada odanın kapısı hızla açıldı. Titra içeri girerek; “yangın, yangın çıktı. ahırların tarafından geliyordu. Öyle söyledi çalışanların bir kısmı.”

Mahluka, haritaları kenara bırakarak ayağa kalktı, hışımla odadan çıkarken, Su arkasından bağırarak; “beni de bekleyin.”

Harita ve belgeleri toplayarak masanın üzerine koyduktan sonra odadan çıktı.

 

                                                                   ***

 

                               Ahırların büyük bölümü alevlerin arasında kaldı. Çalışanlar atları ve inekleri zor da olsa kurtarmayı başardı. Koyun ve keçiler, kırlarda olduğundan onların ağılları boştu.  Kimi gölden su taşıyor, kimi de, yangını söndürmek için alevlerin  üzerine bez parçasıyla vuruyordu. 

Yaşlı bakıcı, öteye beriye koşturarak kendisinden beklenenin üzerinde efor sarf ediyordu. Durmadan, kovalarla yangına su döküyor, söndürmeye çalışıyordu. Her su döküşü alevi daha da harlıyordu.  Yaşlı bakıcı kan ter içinde kaldı. Yüzü karardı, elleri yandı fakat alevin üzerine su taşımaktan hiç vaz geçmedi.  Diğer çalışanlarda canla başla ateşi söndürmek için tüm güçlerini kullanmaktan çekinmiyorlardı. 

Alevler sardığı her şeyi yutmakta kararlıydı. Yeni yapılan ahırlar tamamen yanıp küle döndü. Eski ahırlar yangından nasibini aldı fakat küle dönmedi. 

Yangın söndürüldü ancak geriye büyük hasar bıraktı. 

 

                                                   ***

 

                                        Mahluka yangın yerine vardığında, çalışanlar işlerini bitirmişti. Yeni yapılan ahırların yanıp kül olması Mahluka’da derin üzüntü bıraktı. Yaşlı bakıcının yanına giderek olan biteni anlatmasını istedi. 

Yaşlı bakıcı, elindeki kovayı yere bırakarak; “bizde bir şey anlamadık efendim. Birden alevler göğe yükseldi. Neyseki can kaybımız yok.”

Mahluka, atları gözleriyle  aradı. Göremeyince; “atlar nerede? Onları göremiyorum.”

Yaşlı bakıcı; “onlar mı, atlar yani. Atların hepsini kurtardık. Üç beyaz at, söğüt ağaçlarının arasında. Diğer atlarda, onların yanında. İsterseniz getireyim efendim.”

“yo, yo hayır ben gidip bakarım. Enkaz toplandıktan sonra yeniden ahırlar yapılacak. Eski ahırlara bir şey oldu mu?”

“Yok efendim. Yangın onlara gitmeden söndürmeyi başardık. Üzgünüm efendim.”

Mahluka omzuna vurarak; “her biri yapılır. Şimdi ben atlara bir bakayım.”

 

                                                       ***

                         

                         Su, eteklerini toplayarak, yanarak kül olan ahırların önünde durdu. Yüzü her zamankinden daha farklıydı. Mavi gözleri bulutlu havayı andırıyordu. Mavi elbisesinin içinde insandan çok periyi andırıyordu. Yaşını göstermese de, hareketleri ve konuşması yaşını ele veriyordu. Ağır adımlarla ilerledi. Çalışanlardan; uzun boylu, esmer genç Kolina yanına yaklaşarak; “az önce kral Mahluka’ya bilgi verdim efendim. Yangının nasıl çıktığını anlayamadık.  Ama şükür ki can kaybımız yok. Hayvanların hiç biri telef olmadı. Ancak hasar oldukça büyük.” Dedi

Su, duydukları karşısında ne diyeceğini bilemedi. İçindeki şüphe daha da büyüdü. Ancak ortada görgü tanıdığı olmadan birini suçmamak doğru değildi. 

Su küller arasında dolaşarak,  bir şeyler aradı. Bulacak olduğu her neyse yangının kimin çıkardığını belgeleyecekti. Kendi kendine hem konuşuyor hem de, küller arasında delil arıyordu. İlerlemiş yaşına rağmen yorgunluk hissetmemesi Su için ayrı bir özellikti. 

Bugüne kadar Titrasu şatosunda iki kez yangın çıkmıştı. Birincisi  Su doğduğu zaman ikincisi, de Su şatodan ayrıldığı zamandı. 

Yaşlı kadın iki yangının kendisiyle doğrudan alakalı olduğunu düşündü. Üçüncüsünün de, geldiğinin yedinci yılında çıkması şüphelerini farklı yöne çekti. 

Kimsenin bilmediği sıralrı bilmesi Titrasu şatosunun da geleceğiyle doğrudan bağlantılı olduğunun bilincindeydi. Hiç bir şey tesadüf değildi. Su matematiksel bir hesap yaptı. Doğduğu yılla, şatodan ayrılmasından on altı yıl vardı. Şatoya geleli yedii yıl oldu. On altının yarısı sekiz. Demek ki, bir yıl sonra Titrasu şatosunda daha büyük felaketler olacak.  Çabucak düşündü. Her kelime dehşetini artırdı. 

Kolina, koşarak Su halanın yanına vardı. Heyecanlı bir o kadar korkulu yüzle Su halayı inceledi. Söyleyecek olduklarını bir tülü söyleyemiyor, nefesi tıkanıyordu. Birkaç kez t-yutkundu siyah gözleri yerinden fırlayacak gibi oldu. Dudağının her iki ynaındaki çzigiler belirginleşti. Kaşları çatıldı. Yüzü gerildi. Sürekli ellerini ovuşturuyor, bir şeyler demek için kendini zorluyordu. Dudakları belli belirsiz kıpırdasa da, kelimeler net olarak çıkmıyordu. 

Su, tek kelime söyleyemeyen Kolina’nın yüzüne sert sert baktı. Ne söyleyeceksen söyle der gibi gözlerini yüzünde gezdirdi. Kolina’nın duruşuna ve susuşuna anlam veremedi. 

Bir müddet sonra Kolina başına öne eğerek selamlar gibi yapıp, uzaklaşmak için adımlarını attı. 

Su, her zaman ki kadife berrak sesiyle; “dur, bekle.” Dedi.

Kolina, olduğu yere çakılı kaldı. Ne bir adım ileri ne bir adım geri gidebildi. Sırtı Su halaya dönük öylece kala kaldı. 

Su olan biteni öğrenmek için Kolina’nın karşısına geçip durdu. Olan bitenleri, anlatmasını kimseye bir şey söylemeyeceğini birkaç kez tekrarladı. 

Kolina, hem korkuyor, hem de titriyordu. Söze nasıl başlayacağını bilemediğini söyleyip sustu. Su, söylemesinde ısrar edince, Kolina başka şansı olmadığını anladı. Söylemek için birkaç kez yutkundu. “şey efendim! Ahırlar! Evet, ahırlar. Yandı. Yeni ahırlar kül oldu.”

 

 

 DEVAMI HAFTAYA

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AÇIK DENİZ

 

Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;

Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.

Kalbimde vardı "Byron"u bedbaht eden melâl

Gezdim o yaşta dağları, hulyâm içinde lâl...

Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını,

Duydum, akıncı cedlerimin ihtirâsını,

Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu...

Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu...

Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan,

Rü'yâma girdi her gece bir fâtihâne zan.

Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular...

Mahzun hudutların ötesinden akan sular,

Gönlümde hep o zanla berâber çağıldadı,

Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı!

Bir gün dedim ki "istemem artık ne yer ne yâr!"

Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar;

Gittim son diyâra ki serhaddidir yerin,

Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!

 

Garbin ucunda, son kıyıdan en gürültülü

Bir med zamânı, gökyüzü kurşunla örtülü,

Gördüm deniz dedikleri bin başlı ejderi;

Gördüm güzel vücûdunu zümrütliyen deri

Keskin bir ürperişle kımıldadı anbean;

Baktım ve anladım ki o ejderdi canlanan.

Sonsuz ufuktan âh o ne coşkun gelişti o!

Birden nasıl toparlanarak kükremişti o!

Yelken, vapur ne varsa kaçışmış limanlara,

Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara!

Yalnız o kalmış ortada, âsi ve bağrı hûn,

Bin mağra ağzı açmış, ulurken uzun uzun...

Sezdim bir âşina gibi, heybetli hüznünü!

 

Rûhunla karşı karşıya kaldım o med günü,

Şekvânı dinledim, ezelî muztarip deniz!

Duydum ki rûhumuzla bu gurbette sendeniz,

Dindirmez anladım bunu hiç bir güzel kıyı;

Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı.

 

 

 

 

 

Yahya Kemal BEYATLI

 

AKINCILARBin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik    Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik    Haykırdı, ak tolgalı beylerbeyi "İlerle!"    Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle    Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan    Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan    Bir gün yine doludizgin atlarımızla    Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla    Cennette bu gün gülleri açmış görürüz de    Hâlâ o kızıl hâtıra gitmez gözümüzde    Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendikBin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik    Yahya Kemal BEYATLI



AKŞAM MÛSIKÎSİKandilli'de, eski bahçelerde,Akşam kapanınca perde perde,Bir hatıra zevki var kederde.Artık ne gelen, ne beklenen var;Tenhâ yolun ortasında rüzgârTeşrin yapraklarıyle oynar.Gittikçe derinleşir saatler,Rikkatle, yavaş yavaş ve yer yerSessizlik dâima ilerler.Ürperme verir hayâle sık sık,Hep bir kapıdan giren karanlık,Çok belli ayak sesinden artık.Gözlerden uzaklaşınca dünyâBin bir geceden birinde gûyâBaşlar rü'yâ içinde rü'yâ.Yahya Kemal BEYATLI



ATİK-VALDE'DEN İNEN SOKAKTA                                Nihad Sami Banarlı'yaİftardan önce gittim Atik-Valde semtine,Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyetiBir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızlarıAz çok yakından sezdiriyor top ve iftarı.Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,Bir nurlu neş'e kapladı kerpiçten evleri.Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz.Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamıHadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime;Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:"Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür."Yahya Kemal BEYATLI  BİR BAŞKA TEPEDEN  Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!  Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.  Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!  Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.  Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,  Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.  Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada  Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.                            Yahya Kemal BEYATLI 



BÜYÜ ŞİİRParis'te genç iken koyu Baudelaire'perest idim.Balkon'la, Yolculuk'la, Güzellik'le mest idim.Sinmişti şi'ri ruhuma ulvi keder gibi;Absente damla damla sızan şeker gibi.Hulyâsının yarattığı iklim o başka yer!Gür defnelerle çevrili, afyonlu bahçeler...Her zevki bir haram olan efsunlu cennetinKoynunda vardı lezzeti bin türlü nimetin.Bir gün veda edip o diyârın hayatına,Döndüm bütün bütün vatanın kâinatına.Lâkin o bahçelerde geçen devreden beriKalbimde solmamıştır o şi'rin çiçekleri.Yahya Kemal BEYATLI