SERSERİ YARADILIŞLI BİR YAZAR

 SERSERİ YARADILIŞLI BİR YAZAR

SERSERİ YARADILIŞLI BİR YAZAR

                     SERSERİ YARADILIŞLI BİR YAZAR

 

                  Hüznü, sevinci çoğu kez satırlara döküp, yaşamın ağır yükünden kurtulmak istenir. Bir sevda türküsüdür dudaklardan boşalan, esen ayrılık rüzgarlarında bir veda busesidir.

Romanlara taşınan öykülerin bir çoğu yazarın gerçek kimliğinden yansımaktadır. Her satırın aralığına kendisini sıkıştıran yazar, böylelikle kendisini de, tanıtmış olur. gelecek kuşaklara da, ip ucu vererek, yaratıcılığını ortaya koyar.

Bunlardan biri de, Panait Istrati’dır. Yazar kendi acılarını, mutluluklarını kalem aracılığıyla döktüğü sayfalarda bütünleşerek gerçek yaşamı tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermesi kadar doğal ne olabilir ? 

Günlük yaşam çizgisini çekinmeden, usanmadan her kesimin anlayabileceği üslupla kaleme alması yakın çevresinde ilgi uyandırmıştır.

Her türlü ayrımcılığa karşı olan Istrati, dünyanın iyiler, kötüler diye ikiye ayrılmasını kabul etmesi olanaksızdı. Yaradılışında serserilik olan yazar, boyacılıktan, otel katipçiliğine, seyyar kahvecilikten rehberliğe kadar çok değişik işler yaptı. Çok farklı insan tanıyıp, onların ruhlarını tümcelere taşıyarak ölümsüzleştirdi.

Avrupa’da bir çok kişinin manevi önder saydığı bir hümanist bir idealistti. Her şeyden önce bu romancı iyi bir gözlemciydi.   

                  Romain Rolland’ın ırmak romanını “Jean-Christophe” okuyan Istrati, bilmediği her sözcüğü not aldı. Fransızca  dilini okudukça daha iyi anladığını düşünerek bu dilde yazma isteği duydu. Düşüncelerini bu dille ifade etmek istiyordu. Nitekim böyle yaptı. Hayranlık duyduğu Romain Rolland’a sayfalar dolusu mektup yazar. Kendini tüm çıplaklığıyla anlatır.

Gelecek cevap Istrati’nin dönüm noktası sayılacaktı. Ancak geri gelen mektuba hiç dokunulmamıştı. Çünkü Romain Rolland adresinden ayrılmış, yeni adresi de bilinmiyordu. Ağır darbe alan Istrati, yazmama konusunda ant içer.

Başından bir çok olay geçer. Bir gün parkta boğazını keser, yine yardımına yakın dostları ve yerel basın gelir. Üzerinde Romain Rolland’a yazdığı mektup bulunur ve doğru adrese postalanır.

Romain Rolland, Istrati’ye yazmayı ve Fransızca yazmasını söyler. İlk kitabı “Kira Kiralina” 1924’te yayımlanır. Ve tüm dünyaya ünü yayılır.  

                  Panait Istrati’nin “Sokak Kızı” adlı romanı insanlığın düşmüş olduğu durumu ve ahlaksızlığa itilen nedenlerin neler olduğunu açık bir dille ifade etmiştir. Satır aralarına gizlenen her öykü, ayrı bir dram, ayrı bir komedidir.

Yazar, yaşadıklarını kaleme alırken, daima kahramanlarını kullanmasını iyi bilmiştir. Çok işler yapan ve çok yerler gezen Istrati, gördüklerini yaşadıklarını özümleyip, sanatla yoğurarak  kağıda aktarmıştır.

                  Bilinmez karanlık girdabında geçmişin sert tokadıyla yaşamak zorunda kalan genç kıza, verdiği ruh gerçekle hayal arasına sıkışan ruhtan başka bir şey değildi. Adının ne olduğunu bilmeyen kız, ayakta kalabilmek için su taşır. Herkeste ona “Saka Kız” der. Uzun yıllar bu isimle yaşar. Sonra genç bir delikanlının bu Saka Kıza gönül vermesi, ardından kızın başka bir gence gönül vermesiyle başlayan üç kişinin ağır dramı anlatılır.

Saka kız her iki gence de, gönül verir. Ve onlarla akşamları eğlenir, oynar, güler. Sonrada karanlığa karışıp giderdi. Gençler kıza Nerrantsula (Sokak Kızı) derlerdi.  Gençler içten içe Nerrantsula’yı benimser ve aralarında paylaşamaz. Fakat Saka Kız, neşeli şarkısını her ikisini öperek, söyler. Yaptıklarından büyük haz alıp, mutluluk dansı yapan Nerrantsula her zaman söylediği şarkıyla yine karanlığa karışırdı. Falcıya giden Saka Kız el falına baktırır. Çok acılar çekeceğini ve babasıyla aynı ulustan olan bir gençle yazgısının aynı olduğunu söyleyince Saka Kız öfkelenerek oradan uzaklaşır.

Üç kışı arasında kurulan bağ giderek tutkuya dönüşmüştür. Hep beraber gezmeye gider sonrada ayrılırlardı. Ne yazık ki, Nerrantsula kadar neşeli değiller. Gençlerden biri olan Epaminonda, böyle daha fazla süremeyeceğini, söyleyerek diğer rakibi olan Marco’yla düello yaparak kim kazanırsa sevdikleri Nerrantsula da, ona kalacak.

Fakat bir iki oyunda istedikleri ölümü gerçekleştiremedikleri için aynı üçlü yaşantıya devam ederler...

                  Hendeklerin üzerinden atlamayı seven Saka Kız, feci şekilde derin bir hendeğin içerisine düşer. Onun düşmesiyle üçlünün hayatı değişir. Hastaneye kaldırılan Nerrantsula, uzun bir tedaviye başlar. Her iki genç sık sık ziyaretine gider, son ziyaretine gittiklerinde Saka Kızı bulamazlar...

                  Aradan geçen yıllar Marco ile Epaminonda’yı da, değiştirir. Fakat bir şeyde değiştiremez o da, Nerrantsulayı aramak.

Kızı bulmak için seyyar satıcılığa başlayan iki kafadar, her gittikleri sokakta kızın söylediği şarkıyı tekrarlar. Aradan geçen yedi yıl Saka Kızı bulmaya yetmemiştir.  Her gün kıyısından geçtikleri, Çukur diye adlandırılan mahalleye girdiler. Burada yaşayan aileler, namuslu yaşamadığı gibi kadınları dişi köpekten farksız bir yaşam sürerdi. Evlenip gidenleri bu hayattan kurtulmuş demekti.

Nerrantsula’nın yanından hiç ayırmadığı köpeği görürler. Artık buralarda bir yerde olduğuna iyice inanırlar. Köpeğe adıyla seslenen gençlerin sesine karşılık veren köpek, efendisinin yanına götürmek için önlerinden koşmaya başlar. Yıllarca Nerrantsula’nın hasretini çeken iki genç, kızın söylediği şarkıyı söylemeye başlar. Her  ikisine de, tanıdık gelen ses yukarıdan seslenerek yukarıya gelmelerini istedi.

Epaminonda, kaskatı kesilerek denilenleri yapmaktan başka bir şey yapmıyordu. Nerrantsula’nın gösterdiği odaya çıktılar. Nerrantsula iki gencin tanıdığı ve bıraktığı bir karakterde değildi. 

Neden böyle bir yaşantı seçtiğini sorduklarında çocukluğunda başlayan kötü günlerin bugünlerin yaratıcısı olduğunu ifade eden Saka Kız, çocukluk yaşantısını tüm çıplaklığıyla anlatır.

Epaminonda denilenleri dinlerken aklının başka taraflarda olduğunu anlamamak mümkün değildi. Odaya giren kadın kendi payına düşen parayı istemesinden sonra çok fazla kaldıklarını, başka müşterilerinin de geldiğini söyleyerek dışarı çıktı. Son cümlelerini anlatan Nerrantsula’yı hançerleyen Epaminonda oradan ayrılır.

Ölmeyen kadın, yaşantısına devam etmeye çalışır. Fakat Epaminonda ondan ayrılmak istemez. Ancak aklını yarı yarıya yitirmiş bir vaziyette.

Yaşanan bu dramdan sonra Marco, oralardan ayrılarak, Mısır’a Kahire’ye, İskenderiye’ye gider. Oralarda kendine yeni bir hayat kurar. Ticaretle uğraşır. Fakat aradan geçen zaman Nerrantsula’yı yine unutturamaz. Haber almak için Ibrail’e gitmeye karar verir. Türkiyeye, İstanbul’a uğrar. Tesadüfen Epaminonda’yı görür. Ardından da, Nerrantsula’yı.

                  Mesleğini her yerde icra eden Nerrantsula, iki adamla son gezintisine çıkar.  Kiraladıkları kayığın küreklerini çeken Marco’nun karşısında oturan Epaminonda, Nerrantsula hiç konuşmadan gecenin sessizliğinde serin suların üzerinde ilerledikleri sırada Nerrantsula, Marco’yu öpmek için  yerinden kalktığı sırada sıkı sıkıya beline sarılan Epaminonda’yla birlikte boğazın derin sularına  gömülür.        

                  İşte ! Gerçek hayatların, romanlara taşınan hayal dünyası ve onların yaşadıkları.  İnsanoğlunun yaşamı bu, değiştirmeyeceği gerçeklerden bir tanesidir.