“ÇİÇEKLER SUSAYINCA”, “SİTEM” 

   “ÇİÇEKLER SUSAYINCA”, “SİTEM” 

“ÇİÇEKLER SUSAYINCA”, “SİTEM”

                           “ÇİÇEKLER SUSAYINCA”, “SİTEM”                           

 

                 Ahmet Günbay Yıldız, romanlarında toplumsal sorunlara oldukça yer vermektedir. Her romanında olduğu gibi “Çiçekler Susayınca”, “Sitem” adlı romanlarında da, bunu görmekteyiz. Her romanda da, yazar, sorunların geliş ve gidiş gelenlerini açık bir dille ifade etmiştir. Karakterlere yüklediği sorumluluk satır, satır okuyucuya aktarır. 

             “Çiçekler Susayınca” romanın kısaca özeti;     
         Kendisine ne olduğunu anlayan Elif feryat figan içinde Birli’nin silahıyla Birli’yi vurmuş olsa da, iş işten geçmiştir. Ancak kızlarıyla ilgilenmeyen aile, Elif’in durumunu bilmeden Hayrullah diye bir gençle evlendirmeye kalkar. Elif ise utancından bir şey söyleyemez. Gerdek gecesi geldiğinde ise Elif, çiçeği burnunda kocasına can havli ile her şeyi anlatır ve af diler. Ancak şoka uğrayan Hayrullah, Elif’i evden kovar. Hal böyle olunca bir çare kız ailesinin yanına gider ve durumu ailesine aksettirir. Ancak babası Cemalettin beyde kızını evden kovarak sokaklara atar. Elif artık intihar etmeyi düşünür bir vaziyete gelmiştir. O sırada hayatını kurtaracak olan Keriman teyze ile karşılaşır. Keriman teyze Elif’ kalacak bir yer, bir iş ve yeni bir hayat verir. Kendi hayatını Elif’e açar.
         Burada bir süreliğine Elif ve Keriman teyzenin hikâyesi kesilerek, Yadigâr ve Dursun’un hikâyesi başlar. Yadigâr’ın babası onları küçükken terk etmiştir. Annesini ise öldü bilmektedir. On üç- on dört yaşlarında da ona bakan Hasan dedesini de kaybedenince, yollara düşmüş şehre kadar gelmiştir. Gelirken de yanında dağlardan getirdiği yoldaşı, bir ayı olan Kocaoğlan vardır. Birde Galip Hocanın eline tutuşturduğu bir mektup… Bu mektup onu şehirde ki Mevlût hocaya ulaştıracaktır. Yadigâr şehre varır varmaz biraz para kazanmak için defini çalar, Kocaoğlan’da oynar. Tam çevreden birkaç kuruş toplamıştır ki bir silah sesi duyar. Sarhoşun birisi sırf zevkine Kocaoğlan’ı vurmuştur. Buna kinlenen Yadigâr ne yaptığını bilmeden elindeki çakıyla adamı öldürür.
          Oradan kaçarak Mevlût hocayı bulur ve ona her şeyi anlatır. Mevlût hocada Yadigâr’ı karakola teslim eder. Bunun üzerine Yadigâr mahkemeye çıkartılır ve 13 yıl hapis cezasına çarptırılır. Girdiği hapishanede yolları üniversite mezunu, yüksek kimya mühendisi olan Dursun ile kesişir. Dursun, büyük bir hata sonucu hapishaneye girmiş, pişmanlığı ile kavrulmuş ve dersini almış bir gençtir. Ömürlerini hapishanede geçirdikleri o günlerde birbirlerine destek olurlar ve beraber tahliye olurlar.
            Dursun’un babasından kalan bir gecekondusu vardır. Bu gecekondu aynı bahçenin içerisinde ikiye ayrılır. Asıl eve ilişik olan bir odayı Dursun kiraya vermiş ve hapishanedeyken böyle gelir elde etmiştir. Yadigâr ve Dursun bu eve yürürlerken bir hadiseye denk gelirler. Kır saçlı bir adam, genç bir kızı zorla arabaya bindirmeye çalışıyordur. Bunlar Birli ve Elif’ten başkası değildir.
              Hemen olaya müdahale ederek Birli’yi oradan uzaklaştırırlar. Elif’e de eve kadar eşlik ederler. Bu şekilde Dursun’un aslında Elif ve Keriman teyzenin ev sahibi olduğu ortaya çıkar. Dursun Keriman teyzeyi annesi, Elif’i de bacısı beller ve onu Birli’nin tüm girişimlerine karşı korur. Yadigâr ise Elif’e daha farklı bir açıdan önem vermeye başlar.
              Yine de is arayışı içinde duygularından tam emin olamaz. Ve önceliğini iş bulmaya verir. Ancak eski mahkûm olduklarını duyan herkes, onlara iş vermekten çekinir. En sonunda bir fabrikada iş bulurlar ve çalışmaya başlarlar. Bu sırada Yadigâr gönül meselesini Dursun’a açmış, Dursun’da Keriman teyzeyle konuşmuştur. Elif ise durumunu Yadigâr ile konuşmadan bir cevap vermemiştir. Yadigâr Elif’in durumunu anlayışla karşılayınca evlilik işlemleri başlatılmıştır.
          Ancak ne var ki Birli Elif’in peşini bırakmıyordur. Yadigâr bu durumu konuşmak için Birli’nin yanına gider. Orada kavgaya tutuşurlar ve Yadigâr ona ailesinden kalan tek varlığı da orada düşürür. Kolyeyi bulan Birli, Yadigâr’ın yıllar önce terk ettiği oğlu olduğunu anlar. Bu durumda İslam dinine göre Elif, Yadigâr’a haram oluyordur. Birden bire babalık duyguları kabaran Birli, bu evliliği engellemek için Elif’i kaçırtır. Babasının Birli olduğunu bilmeyen Yadigâr ise o sinirle Birli’yi vurarak baba katili olur.
           Zamanında oğluna yaptığı haksızlıkların pençesinden kurtulamayan Birli ise ölmeden önce oğluna bir iyilik yapmak ister ve bir kâğıda “Beni Elif öldürdü” yazar. Bu yüzden mahkemede Elif yargılanır. Ancak tam hüküm verilecek iken Yadigâr tüm suçunu itiraf eder. Artık Birli’nin babası olduğunu öğrenmiş olan Yadigâr’ın hapishaneye götürülür iken söylediği son söz “Sen artık benim bacımsın Elif” olur.
              Elif’in ailesi ve Hayrullah ise yaptıklarından pişman olmuş, bunca zamandır Elif’i arıyorlardır. Elif kendi ailesinin yanına döner ve Hayrullah ile nikâhlanır. Birli ise tam manasıyla ölmemiş, komadan çıkarak hayata tutunmuştur. Mahkemeye başvurur ve oğlunu hapisten çıkartır. Ancak bu seferde eski arkadaşları tarafından vurularak, kesin olarak can verir.
 

                                            ***

 


                      Ahmet Günbay’ın “Sitem” adlı romanın kısaca özeti;     
                    Bahar ve Ferhat 12-13 yaşlarında ikiz kardeşlerdir. Annelerinin gebeyken ölümüyle hikaye başlar. Büyükannelerini kızının kanamasını durdurmak için kızının eşinin ayakkabıyla karnına bastırır. Kızının ölümünü engelleyemediği gibi ayakkabı izleri karnında yaralar yaratmıştır. Eşi Sadık her şeyden habersiz tutuklanır. Herkese yardım eden biri olan Sadık eşini öldürmekle suçlanır. Ferhat ve Bahar duyduklarına inanamazlar. Kendileri gibi ikiz dayıları bütün nefretlerini kusarlar ve o günün gecesinde ikizlerin evini basmaya kalkışırlar. Ferhat tabanca ile uzaklaştırır ikisini. Ertesi gün babalarını ziyarete giderler. Babası Bahar’ı yakın bir dostuna kendi kızı gibi bakması için gönderir. Büyükannesinin Ferhat’a her şeyi anlatıp, suçlunun annesine zehirli bir ilaç içiren kadın olduğunu söylemesiyle Sadık serbest kalır. Artık o diyarı terk edip kente yerleşme kararı alırlar. Ferhat abdest almak için çeşmeden su almaya gidip geldiğinde babasının kendini ipe asarak intihar ettiğini görür. Aslında bu intihar değildir. Dayıları yapmıştır. Koşarak karakola gider. Dayılarından biri tutuklanır. Öbürü ise paraları alıp kaçmıştır.
          Ferhat biçare İstanbul’a kız kardeşinin yanına gider. Kız kardeşini bulur. Fakat kardeşine bakan aile Ferhat’ı istemez ve Ferhat da teklifte bulunmaz. Kendi başının çaresine bakıp sokaklarda yatarken bir gün bekçi onu soyguncu olarak tutuklar. Nezarethanede kalır. Asıl suçluların yakalanmasıyla Ferhat serbest kalır. Onu tutuklayan bekçi vicdan azabı çeker. Ona Ferhat gibi iki çocuğa daha baktığını söyler ve gelmesini teklif eder. Ferhat Kenan ve Kemal ile tanışır. İkisi de ailesini kaybetmiş gariplerdir. Kenan kendi halinde bir çocukken, Kemal hırslı ve kıskançtır. Anne babası onu zengin insanlar için terk edip vesayetini almamışlardır. Bu yüzden zengin olma hırsıyla yanıp tutuşur. Ferhat, oto tamircide çalışmaya başlar. Her yerde kendi doğrularını savunur. İmandan ve ibadetten asla vazgeçmez. İkiz kardeşi Bahar’ın başka bir eve taşınmasıyla bir kez daha izini kaybeder. Hırslı Kemal, Bahar’ın yeni evini bulur, ileriki yıllarda koz olarak değerlendirmek için kimseye söylemez. Bir gün sokak lambası ışığında ders çalışırken bir adamın arabası bozulur ve sohbet etmeye başlarlar. Ferhat, İbrahim beyin arabasını tamir eder. Karşılığında İbrahim Bey, Ferhat’ın okula gitmesine yardım eder.           Onu yatılı bir okula yazdırır. Kemal bu şanslılığa dayanamaz ve kendi de okumak için İbrahim Bey’e yalvarır. Aynı okula giderler fakat Kemal her seferinde Ferhat’a tuzaklar kurar. Okullarında farklı dinlerden insanlar da bulunduğundan Ferhat’ın namaz kılmasına şiddetle karşı çıkarlar. Hristiyan çocuklar, Ferhat bizim kiliseye gitmemize mani oldu derler. Hatta Ferhat’tan hoşlanan bir kızla işbirliği yapıp Ferhat’ın ona sarkıntılık yaptığını iddia ederler. Ferhat o kadar iyi yüreklidir ki en katı kalpleri bile yumuşatıp gözyaşına boğar. Bütün iftiralardan alnının akıyla çıkar.

                 İbrahim Bey’in kızı Esma, Ferhat’a aşık olur.  Geçmişinden vazgeçerek, tesettüre girer.

             Ancak İbrahim Bey’in yeğeni esma ile evlenmek istemektedir. Ferhat’ın engel teşkil etmesi üzerine İbrahim Bey’i bir akşam kimse yokken vurur. Kemal vuranın yeğeni olduğunu görür ancak personel müdürü olma ve bir miktar para vaadiyle suçu Ferhat’a atarlar. O saatte içeri giren tek kişi Ferhat olduğundan sanık olarak yargılanır. Ancak İbrahim Bey’in iyileşmesi ve Ferhat’ı getiren şoförün tanıklığı sayesinde Ferhat kurtulur. Yine de İbrahim Bey, Ferhat’a güvenemez. Kızıyla aralarındaki nişan da bozulmuştur. Ferhat’ı ve Kemal’i işten çıkarır. Ferhat’a yeni bir iş kurması için teklifte bulunur ama Ferhat reddeder. Üniversitenin hukuk bölümünde okuyup aynı zamanda geçimini sağlamaya çalışır. 

                 Kemal ile birlikte yeni bir eve çıkarlar. Bu sırada Kemal, Bahar’a kendini Ferhat olarak tanıtır ve inandırarak ondan para tırtıklamaya başlar. Bahar’ın üzerine olan arsanın satılması için ikna eder ve satım işleminin yapılmasını bekler. Ferhat lisedeki hocası aracılığıyla yeni bir iş bulur ancak burada da yaşlı kocası öldükten sonra yönetimin başına geçen genç bir kadına asistanlık yapar. Kadın bir süre sonra Ferhat’a göz koyar. Ferhat’ın onu reddetmesi üzerine Kemal ile işbirliği yaparak kumpas kurarlar. Genç kadının arkadaşı tüm bu olanlara şahit olur. Ferhat’ın evinde mücevherler bulunur. Kadın şikayetçi olur. Ferhat için tutuklama kararı çıkacağı sırada kadının arkadaşı her şeyi itiraf eder ve Ferhat serbest kalır. Bu sırada Kemal de İbrahim Bey’in kasasını boşaltır. Ferhat her şeye rağmen avukatlığını üstlenir ve serbest bırakılır. Duruşmadan hemen sonra Ferhat gizlice Kemal’in peşine takılır ve paraları sakladığı yeri olur. İkisi arasında kovalamaca yaşanır. Kemal Ferhat’tan kaçar ve iki ailenin evini soyarak bütün mücevheratlarını alır. Bahar’a gider ve bunları almasını ister. Bahar bunların haram olduğunu bildiğinden kabul etmez. Üstelik gazete gerçek abisini görmüştür. Kemal son kez abisini görmek istiyorsa duruşmaya gelmesini ister. Ferhat o gün yine Kemal’i savunur. Kemal tüm yaşananları itiraf eder. İbrahim Bey’i vuranı, Ferhat’a kurulan kumpasları ve iki aileyi neden soyduğunu anlatır. İki aile de Kemal’i yetiştiren aileye lanetler okur. Oysa bilmezler ki Kemal onların evlatlarıdır. Kemal yüzlerine vurur. Bu onların eseridir.


GENÇLİĞE 

Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar; 
Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar; 
Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar; 
Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar.

Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın:
Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın; 
Derileri çatlak, bağrı kapkara,
Sağ elinin nasırında bir yara

Başında bir eski püskü peştemal
Koltuğunda bir yamalı boş çuval...
........................
-Ne o bacı? 
- Ot yiyoruz, n'olacak! ..
-Tarlan yok mu? 
- Ne öküz var, ne toprak...
Bugüne dek ırgat gibi didindim; 
Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim,
Bundan sonra...
- Kocan nerde? 
- Ben dulum; 
Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum.
- Soyun, sopun? 
- Onlar dahi hep yoksul! 
Ah Efendi, bize karşı İstanbul
Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi? 
Taşraların hayvanlık mı nasibi? ..
........................
Hayır hayır, bu nasibi almak için doğmadın.
Onun için doğdun ki sen kadınlığın hakkiyle
Ocağının karşısında saadete eresin,
Göğsünü kabarttıran anneliğin aşkiyle
Evladına südün gibi pak duygular veresin.
Sen bir aziz yoldaşsın:
Senin sesin hayat için dövüşmeğe koşturur; 
Senin sevgin vatan için fedakarlık öğretir; 
Senin yüzün insan için bir merhamet duyurur; 
Senin ile insanoğlu yeryüzünü şenletir.
Lakin bizler bu hakları unuttuk; 
Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk; 
Ninen gibi sana dahi hor baktık; 
Seni dahi garip, yoksul bıraktık! ..
........................
Kinler için karaları bağlıyan,
Zevkler için zelil sefil ağlıyan.
Acı gören, cefa çeken, ezilen,
Irzdan başka her şeyini veren sen! 
Sen şu güzel vatanında cehennemde gibisin; 
Gözyaşınla ıslattığın kanlı toprak üstünde
Sana her yer bir çöl gibi cıvıltısız, çiçeksiz; 
'Ekmek' diye ağladığın sağır bir halk önünde
Sana herkes bir kurt gibi merhametsiz yüreksiz.
Senin herbir ümidin
Ayrılıksız, yoksulluksuz bir dünyaya kalmıştır,
Oraya ki masum çiftler hıçkırıksız yaşarlar; 
O melekçe sevgilerle birbirini okşarlar; 
Ve burada Allah bütün dilekleri yaratır? 
Ne vakte dek gençliğine hakaret,
Bu ayrılık, bu gözyaşı bu ölüm? ..
Bu sert demir, bu ağır yük. bu zulüm? 
Yazık, sana ağlamıyan şiire; 
Yazık, sana titremiyen vicdana; 
Yazık, sana uzanmayan ellere; 
Yazık, seni kurtarmıyan insana! ..
........................
Ey vatanın bağrı yanık bucağı.
Hani senin bereketli hasadın,
Yeşil yurdun, mesut çatın, şen çiftin? 
Hani senin medeniyyet hayatın,
Yolun, köprün, kazman, iğnen, çekicin? 
Ey Türklüğün otağı! 
Ne vakte dek bu acıklı sefalet,
Bu viranlık, bu inilti, bu kaygu? 
Ne vakte dek bu uğursuz cehalet.
Bu taassup, bu görenek, bu uyku? 
........................
Yazık, sana ağlamıyan şiire; 
Yazık, sana titremiyen vicdana,
Yazık, sana uzanmayan ellere; 
Yazık, seni kurtarmıyan insana! ..

Mehmet Emin Yurdakul