ASRIN FELAKETİNİN ARDINDAN

 ASRIN FELAKETİNİN ARDINDAN

ASRIN FELAKETİNİN ARDINDAN

                                          YARALAR SARILIYOR 

                         ASRIN FELAKETİNİN ARDINDAN 

 

                          Asrın felaketinde yaralar sarılmaya başlansa da, ardında bir çok dram bıraktı. Enkaz yığınları arasında kayıp giden her canın bir hikayesi vardı.

 Kimi düğün arifesinde, kimi yeni işe başlamanın heyecanında, kimi yeni ev sahibi olmanın mutluluğunda, kimi ilk kez anne baba olmanın sevincinde, kimi de, ailesiyle mutlu yaşantısındaydı. Hepsinin ortak kaderi iki büyük depremin ardından gelen yıkıntılardı. Birbirlerini tanımasalar da, dünyadaki yaşantıları ve hayalleri aynıydı.   

                         On ayrı kent, aynı anda sallanarak aynı kaderi paylaştı. Hayaller yarım kaldı. Bir düğün davetiyesi bir çok şeyi anlatmıştı. Düğünün yapılacak olduğu tarihe bir hafta vardı. Ancak gelin enkazdan çıkamadı.

Atasözünde olduğu gibi; “gelin ata binmiş, ya kısmet demiş.” 

                        Zaman hızla geçip gitti. İki hafta geride kaldı. Giden canlar gitti. Geri kalanların bir kısmı başka kentlere göç etti. Her kentin bir yaşam koşulu vardı. İnsanlar, her yerde olduğu gibi bu kentlerde de, işe gidiyor, çalışıyordu. 

Ancak depremin ağırlığı karşısında durmak mümkün olmadı. Binalar kağıt gibi parçalanırken, insanlarda öteye beriye savruldu. Şanslı olanda vardı, şanslı olmayanda. Bir çok hikaye yarım ve yetim kaldı. 

Anne babasını kaybeden çocuklarda vardı, çocuklarını kaybeden anne babalarda. Kimi evlatsız kimi de, yetim ve öksüz kaldı. 

Yardım severliliğiyle tanınan  Köksal Danışmaz, o bölgeye gidenler arasındaydı.   Danışmaz, özveriyle deprem bölgesinde canla başla çalıştı.  Minik bir kız çocuğunun Köksal’a gösterdiği yakınlık depremin bir başka yüzü oldu.  Köksal, o an duygularını şu sözlerle ifade etti. “depremin aşkı olur mu? Tam enerjim bitti derken Rabbim Elif Eda’yı çıkarır karşına ıslak mendilleri donduran soğuk ısınır. Dozerin kaldıramadığı molozlar pamuk gelir sana vatan insan çocuk kadın varsa işin içinde Allah tüm çocukları ve kadınları korusun inşallah.” 

                    Büyük bir felaket, büyük bir dramdı. Yurt içinden ve yurt dışından yardımlar sel gibi aktı.  Toplanan bağışlar, edilen yardımların her biri depremzedeler için yapıldı. 

Bu yardım kuruluşlarından bir tanesi de Hasene’ydi. Hasene  gönüllüsü Ali Osman Aydın, o bölgeye giderek, yardım elini uzattı. Hasene’nin gerek yurt dışından gerekse yurt içinden bölgeye gönderdiği yardımlar büyük bir depoda depolanarak, yardımseverler tarafından depremzedelere ulaştırılıyor. Her yaşa göre yardım kolisi vardı. 

Hasene gönüllüsü Ali Osman Aydın, çocuklara balon ve oyuncak dağıttı. Çocuklar aldıkları hediyelere teşekkür etti. Her birinin yüzlerinde sevinç ve mutluluk okundu. Depremin çocukları; yurt içi ve yurt dışından gelen yardımların her birine ayrı ayrı bir kez daha teşekkür etti. 

Maçka’dan gönüllü olarak deprem bölgesine giden bir başka isim de Turgut Kaya’ydı iki gün boyunca, yardım etti. Gittiği ekiple birlikte enkazdan canlarda kurtardı, yardım kolisi de dağıttı.   Giden yardım kolilerinin içinden çıkan mektuplar duygulandırdı. Aymina ve Zehranur sekiz yaşlarında olmalarına rağmen yürekleri kocamandı. Deprem bölgesine gönderdikleri oyuncak yazdıkları mektup duygulandırdı. Anne ve babalarının yardım kolileri arasına sıkıştırdıkları mektuplar ve harçlıkları çok şeyi anlatıyordu.     

                   Kentler yeniden inşa edilecek, evsiz kalanların evleri yapılacak. Tüm gayret kentleri eski haline getirmektir. 

Moloz yığınları altında kalan canların hikayeleri kendilerine göreydi. Anlatılanlardan biri de; “yaşlı kadın, kurtarma ekibinin yanına giderek; “şu moloz yığınları altında iki evladım kaldı. Yardım edip, çıkarır mısınız?” kurtarma ekibi yaşlı kadının tarif etiği moloz yığının yanına gider. Arama kurtarma çalışmaları başlar. Ve yaşlı kadının dediği gibi iki genci canlı olarak enkazdan çıkarırlar. Gençlerden biri; “bizi nasıl buldunuz?” deyince, kurtarma ekibi; “anneniz söyledi, yerinizi o,  gösterdi.” Her iki genç aynı anda; “annemiz dört sene önce vefat etti.”    Belki bugün değil, ama yarın dilden dile bu gibi hikayeler dolaşacak. Herkes kendine göre bir pay alıp, empati yapacak. 

Kimbilir! Kimin nerede, hangi şartlarda ne yapacağı belli değil. 

                  Depremde camilerde nasibini aldı. Anadolu’nun ilk cami olma özelliğine sahip Habibi Neccar camiiside yerle bir oldu. Hatay’ın merkez ilçesi Antakya’da bulunan Habibi Neccar cami, MS 638' de İslam hakimiyetine girmiş ve kentte İslami kimliğini yansıtan bir çok yapılar inşa edilmiştir. Habibi Neccar Külliyesi ve Habibi Neccar Türbesi günümüze kadar gelmiş ancak 06 Şubat’taki depremlerle yerle bir oldu. 

 ilk yapı olması nedeniyle kentin hem İslamiyet ile başlayan sürecine hem de İslamiyet öncesi sürecine tanıklık etmekteydi. 

 İslam fetihleriyle birlikte Antakya'da İslam dininin gerektirdiği yeni yapı türleri inşa edilmeye başlanmış, böylece kent farklı bir karaktere bürünmüştü. İşte bu yapılardan biri, belki de ilki Habib'ün Neccar Camii'ydi. 

               Kur'an-ı Kerim'de, Yasin Suresi'nde, bir şehir halkına, Allah'a inanmaları için gönderilen iki elçi ile daha sonra onları desteklemek için gönderilen üçüncü bir elçiden söz edilir.Halkın bu elçileri yalanlamaları üzerine, şehrin öbür ucundan koşarak gelen bir adamın onlara iman etmesi üzerine öldürülmesi ve cennetle müjdelenişi anlatılır.  Şehrin öbür ucundan gelerek elçilere inanan ve bu yüzden şehit edilen kişi de Habibi Neccar'dır. Bu nedenle Habibi Neccar, "Sahib-i Yasin” olarak da anılmıştır. 

 Habib’i Neccar'ın mesleği ile ilgili olarak da kaynaklarda farlı görüşler ortaya koyulmuş, mesleğinin marangoz, ipekçi, kassâr (bez ağartan) veya ayakkabıcı olduğu belirtilmiştir. Günlük kazancının yarısını ailesine ayırıp diğer yarısını da sadaka verdiği nakledilmiştir. Ayrıca cüzzam hastalığına yakalandığı için şehrin dışında bir yerde ikamet ederek ibadetle meşgul olduğu rivayet edilmiştir. Evliya Çelebi de Habib’ün Neccar hakkında kaydettiği menkıbede geçimini sağlamak için neccârlık yaptığından kendisine Habib’ün Neccar denildiğini ve o zamanda dülgerlerin pîri olduğunu kaydetmiştir. .

 Habibi  Neccar Külliyesi cami, iki türbe, medrese hücreleri ve şadırvandan ibaretti. Külliyeyi oluşturan yapılar yamuk biçimli bir avlu etrafında toplanmışlardır. Avluyu çevreleyen yapılar, doğuda ve güneydeki yolları sınırlar.  

                   Avluya girildiğinde, kapının hemen güneyinde, ona bitişik konumda, bir türbe yer alır. Batıya bakan basık kemerli giriş kapısının üzerinde taş levha üzerinde yazılı sekiz satırlık kitabe bulunan türbe, dörtgen planlıdır. Girişin sağında (güneyde), Hz. Yahya (Yuhanna) ve Hz. Yunus'a (Paulos) (Yasin Suresinde sözü edilen iki elçi olduğuna inanılan kişilere) atfedilen çift başlıklı bir sanduka yer alır. Sanduka, İslami kurallara uygun olarak doğu-batı doğrultusunda konumlandırılmıştır. Burada, alışılmışın dışında, iki kişinin mezarını simgeleyen tek bir sanduka yapılmış, orta kısmı, yükselen üçgen prizma biçimde vurgulanan sandukanın baş tarafına, prizmanın sağına ve soluna iki ayrı başlık yerleştirilmiştir. Böylelikle burada hem iki ayrı kişinin  gömülü olduğu hem de adeta elçilikleri ve halkın kendilerini yalanlamasıyla ilgili kader birliktelikleri ifade edilmiştir. Bu özelliğiyle yapı  Çifte Türbe olarak da anılmaktadır.

                     Minare ve türbenin güneyinde, günümüzde kadınların namaz kılmak için kullandıkları yamuk planlı bir mekan bulunmaktadır. Caminin son cemaat yerine bakan basık kemerli kapısının yanında bir adet, caddeye bakan doğu cephesinde de üç adet basık kemerli penceresi vardır.

 Caminin son cemaat yeri, minare kaidesinin güney ucuna kadar uzanmaktadır. Son cemaat yerinin bittiği bu kısımda, kuzeye, avluya bakan bir kapıyla, güneyde yer alan ikinci bir mekana geçilir. Kapıdan, kadınlar bölümü ile caminin harim doğu duvarı arasında kalan bir geçit vasıtasıyla ulaşılan yamuk planlı bölüm, aşağı kotta kalan ve Habib'ün Neccar'ın makamının bulunduğu türbe için bir giriş mekanı konumundadır. Batı duvarına yaslanan bir merdivenle iki kat halindeki türbenin ilk katına inilir.

 İki katlı türbe, cami hariminin altında, doğu tarafında kalmaktadır. Türbe ile harimin eksenleri farklı doğrultulardadır. Türbenin ekseni caddeye, kentin Antik dönemdeki ızgara planlı yol dokusuna paralellik gösterir. İlk katı kareye yakın dörtgen planlıdır. Güneydoğu köşesinde duvar pahlanarak içinde, yarım daire planlı bir mihrab nişine yer verilmiştir. Güneybatı duvarında yer alan kare bir niş içinde ikinci katına inen merdiven yer alır. Kuzeydoğu ve kuzeybatı yöndeki duvarlarına paralel olarak birer sanduka yerleştirilmiştir. İkinci kat daha küçük boyutlardadır. Biri kuzeybatı duvarındaki bir niş içinde, diğeri kuzeydoğu duvarına paralel doğrultuda olmak üzere iki ayrı sanduka yerleştirilmiştir. Her iki kattaki sandukalardan kuzeydoğu duvarda olanlar Habib'ün Neccar'ın, kuzeybatı duvarda olanlar Şem'un-u Safa'nın (Yasin Suresinde sözü edilen üçüncü elçi olduğuna inanılan kişinin) makamlarını temsil etmektedir.