ANKARA 

 ANKARA 

Türk edebiyatının unutulmaz yazarların dan biri olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, yazdığı eserlerle adeta ölümsüzleşmiştir.

                                                   ANKARA                                                     

                             Türk edebiyatının unutulmaz yazarların dan biri olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, yazdığı eserlerle adeta ölümsüzleşmiştir. 

                              Cumhuriyetin ilk yıllarını anlatan “Ankara” romanı, okuyuculara o yılları birebir yaşatmaktadır. Romanın kahramanlarının her biri kendi öz dünyalarıyla,  okuyucuların karşına çıkmıştır. 

Romanın baş kahramanı Selma, her bölümde farklı bir ruh haleti içerisindedir. Roman üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Selma bankacı Nazif’le yeni evli olup, İnebolu’dan Ankara’ya taşınmıştır. Selma’nın gözüne ilk çarpan şey Ankara’nın sefaletidir. 

 Cumhuriyet henüz ilan edilmemiştir. 1921’li yıllar Ankara’nın bakımsızlığı ve köy görünümünü okuyucuyla paylaşır. 

                         Selma ile Nazif’in kiralık buldukları evin her tarafında, pis kokular geldiği gibi, tahta kuruları da evi mesken tutmuştur. Bütün gün evi temizleyen genç çift, yorgunluktan bitap düşmüştür. 

Nazif’in okul arkadaşı  Murat mebustur.  Hafta sonları Murat’ın bağ evine giderek, vakit geçirmektedirler. Binbaşı Hakkı bey’de bu ziyaretlere eşlik edenler arasındadır. Mebus Murat’ın  annesi, eşi, kız kardeşi ve çocukları da, gelen konuklarla yemek masası etrafında toplanırlar.  Yazar Neşet Sabit’te, geç de olsa bu ziyaretler arasına katılır. 

Selma, ata binmeyi Hakkı beyin gayretleriyle öğrenmiş olup, her hafta sonu Ankara gezintisi yaparlar. Bir gün taarruzun yakın olacağı haberi alınır. 

Selma, Binbaşı Hakkı’dan iş ister. Hakkı bey Eskişehir’de, bir hastanede yaralıları bakma işini önerir. Selma kabul eder. Ancak Nazif istemez. Fakat Selma kararından vazgeçmez. 

Savaşın kanlı yüzü bir kez daha Eskişehir’de kendini gösterir. Birkaç gün sonra hastanenin nakli Ankara’ya istenir.

 Selma’da Ankara’ya trenle yaralılarla birlikte gider. Ankara sorunlar yumağı içerisinde kavrulurken, göçlerde başlar. Nazif, Selma’ya Kayseri’ye gitmeyi teklif eder. Ancak Selma kabul etmez. Genç çiftin boşanma kararı böylelikle alınmış olur.

                           Romanın ikinci bölümü Selma’nın farklı bir hayat içinde olmasıyla başlar. İlk eşinden ayrıldıktan sora ikinci evliliğini Miralay rütbesine yükselen Hakkı beyle yapmıştır. Hakkı bey emekli olduktan sonra kendine sivil hayatta başka iş sahası açmıştır. Bu arada Cumhuriyet ilan edilmiş Ankara’da bazı değişikliklerde meydana gelmiştir. 

Selma Hakkı beyle birlikte gezindiği günleri hafızasında tekrar tekrar yaşatır. Lüks evlerinde yeni hayatın içerisinde zevk düşkünü olarak yaşarlar. Çay partileri, suvaralar, kadın erkekli toplantılar, balolar, kağıt oyunları hayatlarının  adeta vazgeçilmezi olur. 

Sabaha karşı eve gelmeler, birbiri ardına devam eden günlerde devam eder. Hakkı bey mebus Murat’ın bağ evinde Avrupa’yı benimsemeyip, ecnebilerle dans etmenin yanlışlığını her defasında gündeme  getirirdi. Bugün o düşüncesinden eser kalmayarak ecnebi hanımlarla balolarda sabaha kadar içki içip dans eder. Eski Hakkı bey gitmiş, yerine yeni Hakkı bey gelmişti.

 Selma hanım eşindeki bu değişikliği kabul etmemekle beraber, gittikleri balolardan ve lüks hayattan sıkılmaya başladığını balolara gelen yazar Neşet Sabit’le paylaşır. Selma hanımla Hakkı bey arasına her gün bir mesafe açılır. 

Hakkı bey baloların, çayların adeta vazgeçilmez hayat olduğunu savunur. Eski mebus Murat’ta kendini lüks hayatın içerisine bırakanlar arasındadır. Kocaman lüks evinde kendine has kişilikler yaratır. Yarattığı bu kişilikleri gazetelere karikatür olarak yansır. Evinin dekorunu her defasında değiştirerek, yeni mobilyalar satın alır. Murat’ta balolardan çay partilerinden geri durmaz. Eşi ve kardeşi Murat’ın bu denli değişmesini kabul etmese de, lüks hayat