10 Kasım Atatürk'ü Anma Günü

  10 Kasım Atatürk

10 Kasım Atatürk'ü Anma Günü

              10 Kasım Atatürk'ü Anma Günü 

 

              10 Kasım 1938 günü saat 09.05'te yaşamını yitiren, Türkiye'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk anısına her yıl tutulan ulusal yastır

               Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938 yılında elli yedi yaşında hayata veda etti. 

              Millî çıkarlar ve devlet işlerinde son derece titiz olan Atatürk, varlığını yüce milletine adamış; yaşamı boyunca kendi sağlığına gerektiği kadar özen göstermemiştir. Nitekim bunun bir sonucu olarak 1937 yılına gelindiğinde yorgunluk belirtileri ortaya çıkmaya başlamıştı. Buna rağmen Atatürk, Cumhurbaşkanlığı görevini aksatmadan yürütmek ve bilhassa kişisel bir meselesi gibi algıladığı Hatay sorununu sonuçlandırmak kararındaydı. Türkiye’nin bu konudaki kesin kararlılığını göstermek için 20 Mayıs’ta Mersin’de askerî birliklerin geçit törenini izlemiş ve 24 Mayıs’ta Adana’da askerî birlikleri denetlemişti. Ankara’ya döndüğünde ise rahatsızlığı artmıştı. Deniz havasının kendisine iyi geleceği ümidiyle 26 Mayıs’ta İstanbul’a hareket etti. Ancak artık hastalığının üçüncü evresi başlamıştı ve herhangi bir çare de bulunamamaktaydı. 5 Eylül’de vasiyetini yazdı. Daha önce de bütün taşınmaz mallarını hazineye ve belediyelere bağışlamıştı. Durumu zaman ilerledikçe nazikleşmekteydi. 29 Ekim’de bağrından çıktığı orduya bir mesajla seslendi. Ardından 10 Kasım Perşembe günü saat 9.05’te hayata veda etti.

Atatürk’ün ebediyete intikal ettiği haberi yurt içinde çok büyük bir üzüntü yarattığı gibi dünyada da geniş yankılar buldu. Türkiye’nin millî kahramanının cenaze namazı 19 Kasım’da kılındıktan sonra naaşı İstanbul’dan Ankara’ya uğurlandı ve 21 Kasım’da düzenlenen bir törenle, Etnografya Müzesinde hazırlanan geçici kabre yerleştirildi. 

Büyük önderin naaşı daha sonra, 10 Kasım 1953’te Etnografya Müzesinden alınarak ebedî istirahatgâhı olan Anıtkabir’e nakledildi.

Atatürk’ün ebediyete intikali Türkiye’de olduğu gibi dünyanın birçok ülkesinde de insanlığın bir kaybı olarak değerlendirilmiştir. Özellikle esaret altındaki Afrika ve Asya toplumları, onun hayattan ayrılışını kendilerinden bir kahramanın kaybı olarak görmüşlerdir. Hiç şüphesiz bunun sebebi, hayat hikâyesinin ayrıntılarında gizlidir.

Büyük öndere Türk tarihi içinde son derecede seçkin bir yer sağlayan en önemli özelliği kuşkusuz, vatan kurtaran millî bir kahraman olmasıdır. Milletin artık yaşama gücünü tükettiği zannedilen bir dönemde o, korkusuzca ortaya atılarak Türk milletinin bağımsız yaşama arzusuna ve vatan toprağı sevgisine güvenmiş; Millî Mücadele’yi hiçbir şeyden yılmayan iradesiyle organize etmiştir. O, bitip tükenmeyen enerjisi; ileriyi görme ve sezme kabiliyeti; pratik ve berrak zekâsı; hiçbir şeyi tesadüfe bırakmayan kararlı hareketi; üstün komutanlık ve teşkilatçılık özellikleri; hayallere yer vermeyen gerçekçi tutumu; zaman, mekân ve imkân faktörlerini en iyi şekilde birleştirme yeteneği ile Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan büyük devletlerin istilacı güçlerini, kutsal Anadolu topraklarında boğarak son bağımsız Türk devletini yok olmaktan kurtarmış millî bir kahramandır. Türk Cumhuriyeti’nin tam bağımsızlığa sahip olması için Lozan’da kapitülasyonların kaldırılmasını sağlamıştır.

Atatürk, kurduğu devletin sonsuza dek var olabilmesi için gerekli önlemleri de almıştır. “Türk inkılabı” diye isimlendirilen tedbirlerle Türk toplumunu bir an önce, mümkün olan hızla, çağın medeniyetinin bir ortağı hâline getirmek amaçlanmıştır. Bunun için ise bilim ve fen rehber edinilmiştir. Bu sayede oldukça kısa sayılabilecek bir süre içinde (on beş yıl) yaptığı köklü değişiklerle vatandaşlarının “yeni ve geniş ufuklara” yönelmelerini sağlamıştır.

Gerçekleştirilen inkılaplar ile millî kimliğin daha çok belirginleşmesi, Türk kültürünün halk kaynağından beslenerek “kendi öz değer ve özellikleri” ile çağdaş medeniyet içinde layık olduğu yeri alması amacıyla Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kurmuştur.

Atatürk’ün millî bağımsızlık ve çağdaşlaşma önderi olarak emperyal güçlere ve onların destekledikleri uydularına karşı elde ettiği başarılar Latin Amerika’dan Uzak Doğu’ya kadar uzanan bir alanda heyecanla, tutkuyla izlenmiştir. Onun başarıları sadece Türkiye için paha biçilmez bir değer olmakla kalmamış; özellikle bağımsızlık özlemi içinde bulunan veya gelişmekte olan ülkeler için bir ümit ışığı, değerli bir ilham kaynağı hâline gelmiştir.

Bu inançla, bütün varlığını yüce milletine adamış olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ebediyete intikalinin 85. yıl dönümünde saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz.

Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı

     

 

Atatürk’ün kalem aldığı Nutuk

 

                Nutuk, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı dönemini birinci ağızdan aktardığı, Cumhuriyet tarihi açısından önemli bir eserdir.

Atatürk, Nutuk ile geçmişi anlatıp aynı zamanda gelecekte olabilecek tehlikelerin önceden sezilebilmesi için alınacak derslerden bahsetmektedir. Bazı sayfalarda Atatürk açıkça "sonraki yıllarda durumun kolay ve açıkça değerlendirilmesi için bu kadar ayrıntıya yer verilmiştir" sözünü belirtmiştir.

. Bu kitap Atatürk'ün Samsun'a çıktığı tarih olan 19 Mayıs 1919'dan, Cumhuriyet sonrası inkılap dönemine kadarki (1927) zaman diliminde olan olayları anlatmaktadır.

 

“Muhterem efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı beyanatım, en nihayet mazi olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve müstakbel evlâtlarımız için dikkat ve teyakkuzu dâvet edebilecek bazı noktalar tebarüz ettirebilmiş isem kendimi bahtiyar addedeceğim.

Efendiler, bu beyanatımla millî hayatı hitam bulmuş farzedilen büyük bir milletin istikbalini nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına müstenit millî ve asrı bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım. Bugün vasıl olduğumuz netice asırlardan beri çekilen millî musibetlerin intibahı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.

Bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum.

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazîneden, mahrum etmek istiyecek dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kasdedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilir. Cebren ve hile ile aziz vatanının, bütün kaleleri raptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakrü zaruret içinde harap ve bitâp düşmüş olabilir.”

Ey Türk istikbalinin evlâdı. İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur.”