Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983)

            Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983)

Necip Fazıl Kısakürek, 26 mayıs 1904´de İstanbul´da doğdu.

                         Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983)

 

             Necip Fazıl Kısakürek, 26 mayıs 1904´de İstanbul´da doğdu. Maraşlı bir ailenin tek çocuğu olan Fazıl´a ´Ahmet Necip´ adı verildi. 1934 tarihinde bir Nakşî şeyhi olanAbdülhakîm Arvâsî ile tanıştı. 1941 yılında Fatma Neslihan Balaban ile evlendi. Bu evlilikten beş çocuğu oldu.

Çocukluk yılları büyükbabasının Çemberlitaş´taki konağında geçti. Zor bir çocukluk dönemi yaşadı. Kız kardeşi Sema´nın beş yaşında ölümünden sonra annesi vereme yakalanınca ailesi Heybeliada´ya taşındı.

Fazıl, Bahriye Mektebi´ndeki öğrencilik yılarında şiirle ilgilenmeye başladı. İstanbul´un işgali sırasında annesi ile birlikte Erzurum´daki dayısının yanına gitti. Fazıl, çok genç yaşta olan babasını kaybetti. 1921 yılında Darülfünûn´un Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi´ne girdi. 1925´te ilk şiir kitabı ´Örümcek Ağı´, 1928 yılında ikinci şiir kitabı olan´Kaldırımlar´ yayımlandı. ´Ben ve Ötesi´nin yayınlanmasından sonra üne kavuştu.

1942 kışında askerde iken siyasi bir yazı kaleme alması nedeniyle mahkûm oldu ve ilk kez hapis cezası aldı. 1943 yılından itibaren ´Büyük Doğu´ dergisini çıkarmaya başladı.

1949´da Büyük Doğu Cemiyeti´ni kurdu. Türkiye´nin çeşitli yerlerinde konferanslar verdi. Sık sık kapatılan ve toplatılan Büyük Doğu´nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve yazıları çeşitli gazetelerde yayınladı. 26 Mayıs 1980´de Türk Edebiyat Vakfı tarafından´Şairler Sultanı´ ve 1982 yılında yayınlanan ´Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu´ isimli eseri münasebetiyle de ´Yılın Fikir ve Sanat Adamı´ seçildi.

Fazıl 25 Mayıs 1983´te hayatını kaybetti. Eyüp Sultan Mezarlığı´na defnedildi.

ŞİİR

- Örümcek Ağı (1925)

- Kaldırımlar (1928)

- Ben ve Ötesi (1932)

- Sonsuzluk Kervanı (1955)

- Çile (1962)

-  Şiirlerim (1969)           

ÖYKÜ VE ROMAN

- Ruh Burkuntularından Hikayeler (1965)

- Aynadaki Yalan (1980)

- Kafa Kağıdı (1984)

TİYATRO

- Tohum (1935)

- Bir Adam Yaratmak (1938)

- Künye (1940)

- Para (1942)

- Namı Diğer Parmaksız Salih (1949)

- Reis Bey (1964)

- Abdülhamit Han (1969)

MONOGRAFİ-MAKALE-FIKRA-HATIRA

- Birkaç Hikaye Birkaç Tahlil (1933)

-Namık Kemal (1940)

- Çerçeve (1940)

- Son Devrin Din Mazlumları (1969)

- Hitabe (1975)

- İhtilal (1975)

- Yılanlı Kuyudan (1970)

- Hac (1973)

- Babıali (1975) İman ve İslam Atlası (1981

ÖDÜLLERİ

- 1947 CHP Piyes Yarışması birinciliği Sabırtaşı ile 1980 Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü

- 1981 Türkiye Milli Kültür Vakfı Kültür Armağanı İman ve İslam Atlası 

 

 

 

AYRILIK VAKTİ

Akşamı getiren sesleri dinle 
Dinle de gönlümü alıver gitsin 
Saçlarımdan tutup kor gözlerinle 
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin 

Güneşle köye in, beni bırak da 
Küçüle, küçüle kaybol ırakta 
Şu yolu dönerken arkana bak da 
Köşede bir lahza kalıver gitsin 

Ümidim yılların seline düştü 
Saçının en titrek teline düştü 
Kuru yaprak gibi eline düştü 
İstersen rüzgara salıver gitsin

 


Muhasebe ..

 

Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri!
Sadece beyni zonklayanlardan biri!

Bakmayın tozduğuma meşhur Babialide!
Bulmuşum rahatımı ben bir tesellide.

Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası!
Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası?

Evet, kafam çatlıyor, güya ulvi hastalık;
Bendedir, duymadığı dertlerle kalabalık.

Büyük meydana düştüm, uçtu fildişi kulem;
Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem.

Üstün çile, dev gibi geldi çattı birden! Tos!!
Sen cüce sanatkarlık, sana büsbütün paydos!

Cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle;
Ve cemiyet, cemiyet, yok edilen güruhiyle...

Çok var ki, bu hınç bende fikirdir, fikirse hınç!
Genç adam, al silahı; iman tılsımlı kılınç!

İşte bütün meselem, her meselenın başı,
Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı!

Tırnağı en yırtıcı hayvanın pencesinden,
Daha keskin eliyle, başını ensesinden,

Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;
Yerleştirse başını, iki diz kapağına;

Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi?
Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi!

Dışımda bir dünya var, zıpzıp gibi küçülen,
İçimde homurtular, inanma diye gülen...

İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe!
Sebep ne, mezardansa bu hayatı tercihe?

Üç katlı ahşap evin her katı ayrı alem!
Üst kat: Elinde tespih, ağlıyor babaannem,

Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve aşıkları,
Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları;

Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;
Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!

Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş!
Koku iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş...

Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım!
Mukaddes emanetin dönmez davacısıyım!

Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.

Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde?
Bazı geriden gelen, yüzbin devir ilerde!

Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak!
Bir saman kağıdından, bütün iş kopya almak;

Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.
Mavalları bastırdı devrim isimli masal.

Yeni çirkine mahkum, eskisi güzellerin;
Allah kuluna hakim, kulları heykellerin!

Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta;
Lafını çok dinledik, şimdi iş inkilapta!

Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni!
Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez Yeni!

Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak!
Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak?

 

 

 

BU YAĞMUR

Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.
Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,
Aynalar yüzümü tanımaz olur.

Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik,
Tenimde acısız yatan bir bıçak.
Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik,
Dayandıkça çisil çisil yağacak.

Bu yağmur, delilik vehminden üstün,
Karanlık, kovulmaz düşüncelerden.
Cinlerin beynimde yaptığı düğün,
Sulardan, seslerden ve gecelerden...

 

 

 

KARACAAHMET

Deryada sonsuzluğu zikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!

Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde?

Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta;
Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta...

Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek.
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.

Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;
Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.

Ebedi gençlik ölüm, desem kimse inanmaz;
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.

Karacaahmet bana neler söylüyor, neler!
Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler,

Zaman deli gömleği, onu yırtan da ölüm;
Ölümde yekpare an, ne kesiklik, ne bölüm...

Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;
Bu mu dersin, taşlarda donmuş sukuta sebep?

Kavuklu, başörtülü, fesli, başacık taşlar;
Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar,

Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları;
Süzüyor, sahi diye toprağa basanları.

Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,
Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.

Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar,
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.

Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih!
Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih!

 

ANNECİĞİM

Ak saçlı başını alıp eline, 
Kara hülyalara dal anneciğim! 
O titrek kalbini bahtın yeline, 
Bir ince tüy gibi sal anneciğim! 

Sanma bir gün geçer bu karanlıklar, 
Gecenin ardında yine gece var; 
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar, 
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim! 

Gözlerinde aksi bir derin hiçin, 
Kanadın yayılmış, çırpınmak için; 
Bu kış yolculuk var, diyorsa için, 
Beni de beraber al anneciğim!...

 

 

PERDELER

 

Perdeler, hep perdeler... 
Her yerde, her yerdeler. 
Pencerede, kapıda, 
Geçitte, kemerdeler... 
Perdeler, hep perdeler... 

Ya benim sevdiklerim, 
Şimdi nemde, nemdeler? 
Onu bomboş perdenin; 
İçerde, içerdeler! 
Perdeler, hep perdeler... 

Gönülde asil perde; 
Onu hangi göz deler? 
Surat maske altında, 
Sis altında beldeler. 
Perdeler, hep perdeler... 

Perdeye doğru akın; 
Atlılar, piyadeler. 
Yollar, yönler dolaşık; 
Değişik ifadeler. 
Perdeler, hep perdelere. 

Bir tohumda bin gömlek. 
Giyim fideler. 
Kalbiler dilini yutmuş; 
Bangır bangır mideler. 
Perdeler, hep perdeler... 

Son noktada son perde; 
Çevrilmiş seccadeler. 
Orada işte işte, 
Ölümden azadeler! 
Perdeler, hep perdeler...