HÜSÂM EFENDİ

HÜSÂM EFENDİ

Bilmem siz Hüsâm Efendi´yi tanır mısınız? Bizim Hüsâm Efendi, hiçbir vakit dava adamlığı söylevine sahip olamadı.

HÜSÂM EFENDİ

(NEŞAT SAMAT)

          Bilmem siz Hüsâm Efendi´yi tanır mısınız? Bizim Hüsâm Efendi, hiçbir vakit dava adamlığı söylevine sahip olamadı. İçine sindiremedi öyle afili nutukları. Basit yaşayıp basit düşünmek daha kolay geldi ona. Verilen ile yetinmeyi bildi, daha fazlası olabilir diye hiç düşünmedi. Yaşanılan olaylar sonrasında felsefik ve eleştirel bir bakış açısına hiç sahip olamadı. Sadece birkaç doğrusu vardı ve o doğrularının peşinden gitti. Bazılarının da yanlış olduğunu gördüğünde, bu yanlışmış deyip doğrusunu sahiplendi.

 

          Hüsâm Efendi´nin hayatında en büyük üzüntüsü, nüfus kaydı memlekette olduğundan bir sefer dahi oy kullanamamasıydı. Kaydını da hiçbir zaman yaşadığı şehre aldırmayı düşünmedi. Çünkü o vakit memlekete dönme umudunu kaybedeceğine inanırdı. Memleket dedimse nüfus cüzdanında yazan doğum yerini kastediyorum. Yoksa bizim Hüsâm Efendi´nin doğduğu şehri gördüğü de yoktu. Kendini bildi bileli bu şehirde yaşıyordu. Seçim vakti oy kullanacakmış gibi seçim tartışmalarına girer, sağcıların yanında solcuları, solcuların yanında sağcıları savunurdu. Hayatında adam yerine konulduğu tek vakit de bu seçim vakitleriydi. Fırsat bu fırsat deyip aday olan kişilerin uğrak yeri olan kahvelerde bir köşeye siner, çayı beleşe getirirdi.

 

          Hüsâm Efendi, İnsanın hayatta asla şunu yapmam dediği şeyleri gün gelir yaptığını ve hayatın insana kurduğu bu cümleyi hatırlattığını gördüğünden hiçbir vakit hayat konusunda kesin cümleler kurmadı. Size de çok ilginç gelecek ama renklerden en çok griyi severdi. Bir zamanlar benim de bu rengin sevilebilir bir renk olup olmadığı konusunda şüphelerim vardı. Ancak Hüsâm Efendi´yi tanıdıktan sonra şüphelerimin yersiz olduğunu anladım.

 

          Hüsâm Efendi, sözünün dinlenmemesine başka sebep aramamak adına köse olmamasına rağmen ömrü boyunca sakal bırakmadı. Bu durum onun bir zaman sonra köse olduğu söylentisini de çıkaracaktı. Üstelik yıllardır kel olmasının bahanesini de ´maden olan yerde ot bitmez´ diye bulmuştu. Düşünebiliyor musunuz? Bir insan hem sakalsız hem de kel. Düşünün bence. Çünkü insanın varlığı düşünebilmesine bağlıdır. Ben öyle dedim diye öyle değil, bana da öyle dediler diye öyle. Bu durum bazen işin içinden sıyrılmanın en kolay yoludur.

 

          Hüsâm Efendi, ömrünce altı çizili bir cümlenin altını tekrar çizmeyi çok istedi. Bunun için aynı nehirde iki kez yıkanılacağına da inandı. Ve bazen inanmanın yetmediğine daha sonra inandı. Belki de en büyük pişmanlığı bundan ibaretti. Hayatın bu kadar karmaşık olmasına bir anlam veremedi. Teoride her şey hazırdı. Doğrular, masanın üzerinde duruyordu. Alt tarafı birini çekecekti ve hayatına uygulayacaktı. Bütün mesele buydu. Ancak bu, her zaman kolay olmuyordu. Bu bir kader olmamalıydı. Zorlamalıydı. Zorladıkça da doğruya yaklaşmalıydı. Gittiği her sokak bir çıkmaz sokak olmak zorunda mıydı? Aslında bütün çıkmazlar içimde diyordu o anlarda. Bütün çıkmazlar. Çık diyordu. Çık hadi. Durma çık. Çıktıkça da kendine bir yokuş oluyordu.

 

          Hüsâm Efendi, bulunduğu ortamlarda sürekli: ?Mutlu olmak için, mutlu olmanıza gerek yok. Kendinizi mutlu olduğunuza inandırarak da mutlu olmayı başarabilirsiniz.? diyordu. İş kendisine geldi mi yarın durağında bugünü bekliyordu. Biraz da bu yüzden bazı insanları bıraktığı gibi bulmayı değil de hatırladığı gibi bulmayı seviyordu. Bilseydi böyle olacağını, inanın yine böyle olurdu!