HİDAYET ABİ´Yİ BEN ÖLDÜRMEDİM

HİDAYET ABİ´Yİ BEN ÖLDÜRMEDİM

Bir hikâye nerede başlar, nerede biter?

HİDAYET ABİ´Yİ BEN ÖLDÜRMEDİM

 

Bir hikâye nerede başlar, nerede biter? Siz de bir hikâyenin insan doğduğunda başladığını ve öldüğünde de bittiğini düşünenlerden misiniz? Diyelim ki sizin dediğiniz gibi olsun. O zaman da her şey çok sıradan olmaz mıydı? Ben bazı hikâyelerin bittiğine, tamamen sona erdiğine inanmıyorum. Üstelik her hikâyenin bittiğini düşündüğümüz anda yeniden başladığını düşünüyorum.

Hidayet Abi´nin bende kalan hikâyesi böyle bir hikâyedir. Hidayet Abi, ismiyle müsemma kaidesinin bir istisnasıydı. Yanlış hatırlamıyorsam ismini babası koymuştu. Garibim, Allah´ın sevdiği kuluymuş ki oğlunun bu durumunu görmeden genç yaşında ölmüştü! Hidayet Abi´nin namazla niyazla işi olmazdı. Bırak cumaya gitmeyi, caminin önünden bile geçmezdi. Bu duruma ister istemez herkes şaşırırdı. Çünkü köyün tek bir yolu vardı, o yol da caminin önünden geçerdi. Hidayet Abi, ismiyle müsemma kaidesinin istisnası demişsem yanlış anlaşılmasın. Her ne kadar Hidayet Abi, böyle olsa da Allah´tan ümidini hiçbir zaman kesmezdi. Bunu nereden çıkardığımı merak ediyor olabilirsiniz. Hemen söyleyeyim. Hidayet Abi, konuşurken sık sık: ?Ya nasip, ya kısmet!? derdi.

Bir zaman birileri, Hidayet Abi için cimri adamın tekidir, kimseye bir çay ısmarlamamak için sabahın erken saatlerinde kalkıp yola koyulur dedikodusunu çıkarmıştı. Bu dedikoduların Hidayet Abi´nin kulağına gidip gitmediğini bilmiyorum. Ama bu dedikodular ayyuka çıktığı zaman, Hidayet Abi´de gözle görülür bir cömertlik başgösterdi. Gelen geçene çay ısmarlar oldu. Çaya zam Hikâye Hidayet Abi´yi Ben Öldürmedim Bir hikâye insan doğduğunda başlar ve öldüğünde mi biter? 19 yapıldığında da sonradan edindiği bu alışkanlığından vazgeçmedi. Öyle akşamlar olurdu ki kahvede herkesin içtiği çayın parasını öderdi. Benim de Hidayet Abi´nin çayını içmişliğim vardır bu arada. Bilmem, bu sizin için bu hikâyeyi daha inandırıcı kılmış mıdır? Zira ben yaşamadığım şeyleri anlatmayı pek sevmem.

Bu hikâye herkesin bildiği hikâyelerden biridir. Herkesin köyünde böyle abiler mutlaka vardır. Bizim köyün abisi de Hidayet Abi´ydi. Bakmayın herkesin ona abi demesine, Hidayet Abi olsa olsa otuz yaşlarındaydı. Zaten abilik, isminde hep iğreti durmuştu. O da isminin Hidayet´ten, ısmarladığı çaylar sayesinde Hidayet Abi´ye dönüştüğünü biliyordu.

O gün bugündür, Kahveci Rıfat´ın en sevdiği adam kimdir diye sorsalar, herkes hep bir ağızdan: ?Hidayet Abi!? derdi. Kahveci Rıfat, seneler sonra nihayet gözüne birini kestirmişti. Kahvedekilere yirmi çay verse, Hidayet Abi´den kırk çay parası alırdı. Köyün ahalisi de uyanmıştı. Her akşam kahvenin önünde tur atar, eğer Hidayet Abi kahvede ise gelip masasına otururlardı; yok değilse çay içmeden evin yolunu tutarlardı. Hidayet Abi de cömertliğine halel getirmemek adına, Kahveci Rıfat ile köy ahalisinin bu cingözlüklerine sesini çıkarmazdı.

Gel zaman git zaman, herkes halinden memnun yaşarken köy bir haber ile çalkalandı. Hidayet Abi, anasının iki günde bir yumurtlayan tavuklarının yumurtasını satmaya giderken arabanın altında kalmıştı. Kahveci Rıfat, fırsat bu fırsat deyip son vurgununu yapıp cenaze akşamı köy ahalisinin içtiği çayların parası karşılığında Fadime Nine´nin on tavuğuna el koydu. Aranızda bilmeyenler olabilir. Bizim köyde kim öldüyse o akşam kahvede içilen çayların parası, cenaze sahibinden alınırdı. Hidayet Abi de öldükten sonra kimseler kahveye uğramaz olunca Kahveci Rıfat, kahveciliği bırakıp tavukçuluğa başladı. O gün bugündür Kahveci Rıfat´ın adı Tavukçu Rıfat olarak anılageldi.

Hikâye, burada bitebilirdi ama dedim ya ben bazı hikâyelerin bittiğine, tamamen sona erdiğine inanmıyorum! Size kendimden bahsetmedim değil mi? Ben köyün mezarcısıyım. Evet, yanlış duymadınız. Kulağa nasıl geldiği konusunda bir fikrim yok. Bu yüzden sizinle konuşmak isterdim. Mezarcıyım. Bildiğiniz mezarcı. Hani siz, mezarlığa geldiğinizde açık olarak gördüğünüz mezarları ben kazıyorum. Elbet, bu mesleğin de çeşitli incelikleri var. Ancak size bu incelikleri anlatacak değilim. Zira köyde bu işi benden başka yapanlar da var. Olur da bu hikâyeyi okurlarsa bu inceliklere sahip olmalarını istemem. Beni anlayışla karşılayacağınıza inanıyorum. Senin bu hikâyede ne işin var diyebilirsiniz. Anlatacağım. Hidayet Abi´nin mezar yerini ben açtım. Hiç kimsenin mezarına özenmediğim kadar özendim hem de. Son bir güzellik olsun diye de para almadım. Zaten kimden para alacaktım ki? Fadime Nine, oğlu Hidayet Abi de ölünce bu dünyada bir başına kalmıştı. Beni siz, Kahveci Rıfat kadar acımasız mı sandınız? Mezarcıyım dedimse kalbim yok mu sandınız?

Çok uzun bir hikâye oldu bu. Ancak Hidayet Abi´ye de böyle bir uzun hikâye yakışırdı. Kusura bakmasın, ruhuna bir Fatiha okuyamadım. Kalkıp da size Sübhâneke´den başka ne bir dua ne de bir süre bilmediğimi söyleyecek değilim. Bazı şeyleri biliyor görünmek bazen en iyisidir. Yazılarımı takip eden, bir önceki yazımda ?lafı fazla uzatmayalım, sonra laf oluyor´ dediğimi hatırlayacaktır. Hatırlamadınız mı? Oysa siz hatırlayın diye yazımın ilk cümlesi olarak yazmıştım o cümleyi. Şaşırmama da bakmayın! Ben sizin hatırlamayacağınızı biliyordum. Bilmiyor görünmek istedim. Çünkü bazı şeyleri biliyor görünmek kadar bilmiyor görünmek de en iyisidir.

Bütün bunlar, nereden geldi aklına diyebilirsiniz. Bugün Kahveci Rıfat´ın mezarını kazdım. Durun, hemen peşin hüküm vermeyin. Kahveci Rıfat daha ölmedi. Bu gidişle öleceğe de benzemiyor. Geçenlerde yanıma geldi. Kendisine yirmi çay parası borcu olduğumu söyledi. Dedim: ?Tavukçu Rıfat, sen kahveciliği bırakalı on sene oldu, ne borcu!? Kahveci Rıfat, olayı anlatıcınca hatırladım. Hidayet Abi ile ölmeden bir gün önce kahvede pişti oynamıştık. Bir el o kazanmıştı, bir el de ben kazanmıştım. Yancıların içtiği çaylarla birlikte toplam yirmi çay içmiştik. Hidayet Abi´nin işi çıkınca son el oynanmadan masadan kalkmıştık. Oyunun galibini belirleyecek olan eli, bir gün sonra oynamaya karar vermiştik. İçilen çayların sayısının yazılı olduğu kâğıdı da Kahveci Rıfat´a vermiş, yarın oyunda kim mağlup olursa çay paralarını onun ödemesi konusunda anlaşmıştık. Hidayet Abi, bir gün sonra ölünce çay paraları da öylece kalmıştı. İşte Kahveci Rıfat´ın bana hatırlattığı içilen o çayların parasıydı. Bunun üzerine: ?Kahveci Rıfat, sana para mara yok! Senin mezarını ben o çay paraları karşılığında açacağım.? dedim. İlk önce yok mok dese de benden para alamayacağını anlayınca teklifimi kabul etmek zorunda kaldı. Daha sonraları aklıma takıldı. Kahveci Rıfat, kimsede parasını bırakmazdı. On yıl sonra o çay paraları aklına nereden gelmişti? Bu soruyu tabii ki de Kahveci Rıfat´a sormadım. Bir gün onunla karşılaşınca siz sorarsınız. Öğrendikten sonra da bana söylersiniz.

Şimdi, soruyorum sizlere! Hidayet Abi öldü diye, bu hikâye bitti mi? Yoksa yeni mi başlıyor?

 

NEŞAT SAMAT