Tarih: 16.12.2025 15:36

BU ORDUYU YENEMEZSİNİZ

Facebook Twitter Linked-in

 BU ORDUYU YENEMEZSİNİZ

 

          Kanuni Sultan Süleyman Han, haçlı saldırılarına son vermek için ordusuyla sefere çıkmıştı. Ordu, ağır ağır ilerliyordu. Yol dar olduğundan, ordu mecburen bağların içinden geçiyordu. Hava çok sıcak olduğundan asker susuzluktan kıvranıyordu.

Çok güzel üzümleri bulunan, bir bağdan geçerken, askerin biri dayanamayıp, bağdan bir salkım üzüm kopararak biraz olsun susuzluğunu giderdi. Sonra da, asma ağacına, yediği üzümün çok üzerinde bir para bağlayarak, yoluna devam etti.

Çok geçmeden mola verildi. Asker, kan ter içinde bir köylünün koşarak geldiğini gördü. Hıristiyan köylü ısrarla Padişah ile görüşmek istiyordu. Köylüyü Kanuni'nin huzuruna götürdüler. Kanuni sordu:

- Nedir bu hâlin, kan ter içinde kalmışsın, yoksa askerler sana zarar mı verdi?

- Ben şikayet için değil memnuniyetimi bildirmek için geldim. Böyle bir askeri, böyle bir komutanı tebrik etmemek insafsızlık olur.

- Askerlerim sizi memnun edecek ne yapmışlar?

- Askerleriniz bağdan geçtikten sonra, asmanın dalında bağlı bir kese gördüm. İçini açtığımda para vardı. Dikkatli baktığımda, bir salkım üzümün koparıldığını gördüm. Anladım ki koparılan üzümün parası olarak bırakılmış. Sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez.

Kanuni, derhal o askerin bulunmasını emretti. Hıristiyan köylü, bu askere ne gibi mükafat verecek diye merakla beklemeye başladı. Nihayet asker bulunup, Padişahın huzuruna getirildi.

Kanuni, (Niçin izinsiz iş yaparsın? Parası verilmiş olsa bile, sahibinden habersiz mal almanın caiz olmadığını bilmiyor musun?) diye askeri azarladı. Sonra da, (Bu asker derhal ordudan uzaklaştırılsın) diye emir verdi.

Hıristiyan köylü heyecanla Kanuni'ye sordu:

- Ben bu askerin mükafatlandırılması için gelmiştim, siz onu niye cezalandırdınız?

- Kursağında, haram lokma bulunan bir askerle zafer kazanılmaz. Bunun için ordudan attım. Eğer aldığı üzümün parasını bırakmamış olsaydı, zalimlerden olurdu. İşte o zaman kellesini bile zor kurtarırdı...

Aynı ordu, Belgrat yakınlarında, yine mola vermişti. Askerler, susuzluklarını gidermek, abdest almak için çeşme arıyorlardı. Bir manastırın yakınında çeşme bulup, ihtiyaçlarını giderirken, rahip, birkaç rahibeyi iyice süsleyip, çeşmenin başına gönderdi.

Kadınların geldiğini gören askerler, hemen çeşmenin başından çekilip, sırtlarını döndüler, süslü kadınlara yan gözle bile bakmadılar.

Bu durumu uzaktan ibretle seyreden rahip, hemen Haçlı kumandanına şunları yazdı:

"Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bunlar kadına-kıza, mala-mülke önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini feda ederek, Allah yolunda savaşıyorlar.

Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar. Siz onlardaki bu özellikleri ortadan kaldırmadan, onlarla savaşırsanız, canlarınızdan ve mallarınızdan mahrum kalacağınız açıktır.

Kendinizi ölüme atmayınız!"

***

 

 

 

HERŞEYİN SAHİBİ VAR 

 

Vaktiyle bir derviş berbere gidip:

Vur usturayı berber efendi, der.

Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar ve diğer tarafa usturayı vuracakken, mahallenin kabadayısı içeri girer.

Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış tarafına sert bir tokat atarak:

Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye bağırır.

Dövene elsiz, sövene dilsiz' olan, halktan gelen her şeyin Hak'tan geldiğine inanan derviş, sabreder. Fakat kabadayının tıraş esnasında da dili durmaz, sürekli alay eder derviş ile: 'Kabak aşağı, kabak yukarı.'

Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, kontrolden çıkan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıyı altına alıp sürükler. Kabadayı oracıkta feci şekilde can verir. Berber dervişe bakar, sorar:

Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?

Derviş düşünceli bir şekilde cevap verir:

Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!

Ne demiş Yunus Emre; 

Olsun be aldırma Yaradan yardır...

Sanmaki zalimin ettiği kârdır...

Mazlumun ahı indirir şâhı...

HERŞEYİN BİR VAKTİ VARDIR

***

 

                                    ZUHURAT BABA

 

            "İstanbul'un fethi sırasında, Mutlu Kumandan ve Mutlu Asker saflarında yer almak için bu bahtiyarlar arasında yer alan isimsiz kahraman kumandanlar­dan biridir. Rivayete göre, İstanbul'un fethinden birkaç gün önce, ordu saflarında su sıkıntısı çekilmeye başlanmış. O sırada genç bir subay ortaya çıkıp, askerlere tas tas su dağıtmaya başlamış. Komutanlar, subay listesine bakmışlar. Onun adını göremeyince, şüphelenip kendisini sorguya çekmişler.

— Kimsin?

— Fatih Sultan Mehmed Han'ın ordusunda subayım.

— Yalan söylüyorsun.

— Yalan söylemiyorum.

— Adını ve suyu nereden bulduğunu söyle.

— Adımı söylerim ama suyu nereden bulduğumu söylemem.

— Tez yıkın şunu yere! Alın sırtındaki su tulumbasını! demiş. Komuta­nın dediğini yapmışlar, tulumu sırtından alınca içine bakmışlar. Ne görsünler? Uçsuz bucaksız deniz! Hayretler içinde kalmışlar. Sonra bir de bakmışlar ki, Zuhurat Baba ortalıklarda yok. Ertesi gün İstanbul fethedilmiş. Ordu Bakırköy sırtlarına geldiğinde, üze­rinde yeşil bir elbise, başında yeşil bir sarık olan bir zatın yerde yattığını gör­müşler. Bu zatın, orduya su dağıtan Zuhurat Baba olduğunu anlamışlar. Oraya bir mezar kazıp defnetmişler. Kabir, Bakırköy, Zuhurat Baba Caddesi'ndedir."

***

 

 

            MUSAB BİN ÜMEYİR R.A... 

 

           Henüz 17 yaşında idi. Mekke'nin en zengin ve en yakışıklı genciydi. 

 Mekkeliler yeni moda giysileri ilk onun üzerinde görürdü. Bütün eşyaları çok özel idi, Mekke'de en güzel kokuları ilk o sürerdi, ipek elbiseler giyerdi. Yeni moda takunyaları ilk onda görürdü.

 Mekkeliler. Kadınların sokaktan geçerken evinin camlarını açıp hayranlıkla seyrettiği genç Musab Bin Umeyr, Müslümanlık ile şereflendikten sonra, sırf Müslüman olduğu için çeşitli işkencelere maruz kaldı. Hem de öz annesi tarafından, ama asla dininden ve davasından dönmedi. Sonra annesinin işkencesinden kurtuldu. 

Efendimiz Hz Muhammed sav tarafından ilk öğretmen mürşid olarak Medine'ye gönderildi. Medine'yi hicrete hazırlayan kişiydi. Orada açlık ve yokluklarla mücadele etti. Uhud da sancağı taşırken,  müşrikler tarafından iki kolu kesildi. Onu Hz. Muhammed sav zannedenler, Muhammed öldü naraları atmaya başladılar Uhud'da. Bunu duyan müslüman ordusu bir ara geri çekilip dağılma aşamasına geldi. Musab Bin Umeyr, Hz. Muhammed'e sav bir şey olurda ben bir şey yapamazsam diye yüzünü kuma gömmüştü. Tam 80 yerinden yara almış ve şehit edilmiştir. Şehit olduktan sonra melekler Musab Bin Umeyr'in kılığına girip Hz. Muhammed'in sav etrafında savaşırlar. Kabre konulacağı zaman, Müslüman olmadan önce Mekke'nin en zengini olan o gencin, şimdi yokluktan bir kefeni dahi yoktur. Eski ve yırtık elbisesi kefen yapılmıştır. Başını örttüklerinde ayakları açık kalıyor, ayaklarını örttüklerinde başı açık kalıyordu. Kabre indirilirken Efendimiz ve sahabelerin hıçkıra hıçkıra ağladıkları malını, gençliğini ve canını, Allah ve Rasulü uğrunda feda eden aziz sahabe Musab bin Umeyir, Ruhuna el Fatiha...




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —